Monday 30 January 2012

mildred pierce veya sana evlat diyenin AMK. living in the material world ve daha bir suru sey.

uzun zamandir 'ya tamam izliycem' deyip usenmelerden usenmelere kostugum bes bolumluk hbo yapimi mildred pierce'i sonunda su soguk kis gununde bitirdigime gore, yasadigim duygu yogunlugu ile allah belani versin veda diyebilirim sanirim. senin gibi evlad olmaz olsun, veda. cok uzuldum sevgili gunluk. asla hasta olmayan sadece bir gunluk error'ler verip kendine reset atan nacizane bunyemin yarattigi gunluk duygusallik halim, buhranin mahvettigi amerika'nin henuz yeni yeni tuketim merkezi oldugu kalliforniyasi'nda kendi basina varolma cabasi gosteren midred pierce adindaki bir kadinin gittikce arabesklesen bu hikayesinide hayat buldu. bana hatirlattigi en onemli sey ise opera dinlemedigim zamanlar oldu. usenmedim bellini'leri, verdi'leri vs. indiriverdim.

ardindan ise gary oldman'li, colin firth'lu, benedict cumberbatch ve en onemlisi de tom hardy'li tinker tailor soldier spy'a gectim. tom hardy, (kendisine buradan seslenmek istiyorum( aferin evladim, guzel is. dingin oyunculugu ile goz dolduran klisesine dahil etmekten kacinmayacagim gary oldman ise bu filmle oscar alamazsa uzulmesin. gonlumun oscar heykelcigi onundur.
bu arada biri cuma digeri pazar olmaz uzere iki bolum seklinde izledigimiz living in the material world ise harika bir secim idi. ali sagolsun. scorsese'de enteresan bir kisilik. kac yasina gelip muzik belgeseline sarmak nedir amca bey. saka saka. en sevdigim beatle george'un guzel dunyasina kismen de olsa taniklik etmek cok manidar. iste bazi insanlar gercekten cok cok ozel. kicini yirtip ben ozelim, ozelim, tuzelim veya seni uzerimciler, bosuna ugrasmayin bence. derrkeeen, dun gece insomnia'lar icerisinde kivranan sayko beynim, dunyanin en girly dizilerinden biri olan lost in austen ile neselendi. neden boyle cheesy seylerden hoslaniyorum tanrim? tanrim? bir kere de cevap ver? her ne ise, jane austen'in ask ve gurur kitabinin hastasi londrali bir genc kizin evinin banyosunda romanin once gelen karakterlerinden elizabeth ile karsilasmasi ve ardindan da kuvetin yanindan kitabin gectigi yere gitmesi ile gelisen olaylari anlatan bu dort bolumluk mini diziyi gercekten sirin buldum. dizide darcy'yi degil mr. bingley'i oynayan cocugu da cok basarili. guzel bir uyarlama olmus dogrusu.
sirada uzgun oldugu icin ilk bes dakkasinda kapattigim 50/50 var. bu arada fringe'de bomba!

bugun cok kar yagiyor sevgili gunluk. avans formunu doldurmak icin geldigim ofiste kimsecikler yok desem abartmis olurum fakat cok az insan var. yollarda da arabalar yok. bu haliyle istanbul cekilebilir. hava biraz isininca butun herkes neden yollarda? anlamakta gucluk cekitigim bir devinim var istanbul'da. bu arada tinker tailor soldier spy'da gecen istanbul ambiyasinda da ne kadar guzeldi. genel itibariyle film cok hostu zaten. adeta bir roman!

bu arada herkes kotu kotu kar manzaralarini paylasiyor. internetin bu hali beni gulduruyor ve guldururken de dusunduyor sevgili gunluk. people want to show everything they think they are good at but sadly, noone is good. we are just ordinary people, come on, we are not george, john, paul and ringo.

sevgilerimle gunluk. birazdan yuruyerek eve gidecegim. odul olarak ise kendime bir salep alacagim.

Thursday 26 January 2012

happythankyoumoreplease

her gun iki film izleyerek zibardigim su gunlerde izledigim 2010 yapımı josh radnor yani how i met your mother'in ted'inin yazip yonettigi happythankyoumoreplease isimli cicicicicicici filmi izledidigimi ve hatta izleyip de sevdigimi belirtmek istiyorum. cok fazla amerikan bir hissiyatla yapilmis ve hatta zaman zaman kliseye kacan yorumlarina ragmen, new york'ta yasan bir grup arkadasin dertleri tasalari bize senlik oldu. bir diger izledigim film ise yine very american the family tree. yine bir garip suburb ailesi hikayesi. yine cok garip olaylar. ama izleniyor mu izleniyor. ve simdi huzurlarinizda, can yayinlarindan cancislerimin yolladigi kitaplardan kolera gunlerinde ask. kucukken okudugum dunya klasiklerinin inceltilmemis, cevirmenin cani sikildigi icin bazi bolumlerini koymadigi versiyonundan sonra, sadan karadeniz'in muhtesem cevirisini elbette okumaliydim. insanlarin bu ve bu gibi kitaplari okumamasini cok uzucu buluyorum. ama rem grubundan micheal stripe'in da soyledigi uzere belki okumak da overrated'tir. yine de "kacinilmaz bir seydi: acibadem kokusu ona mutsuz asklarin yazgisini animsatirdi hep." diye baslayan bir kitabi nasil sikici bulabilirler ki diye sormadan edemiyorum. en fenasi da, sevgili arkadaslarimin bu kitaplara kucumseyerek bakmasi. sizi kiniyorum arkadaslar, ve laflar hazirladim. ask ve gurur, ugultulu tepeler, jane eyre, anna karenina okumayip nasil asik oldugunuzu iddia ediyorsunuz. kendinize iyi bakin arkadaslar. seker gibi bir gun batiminda sacma sapan konusmaya devam.

Tuesday 24 January 2012

off day record

bunca senedir dunya denilen su zalim gezegendeyim, hala sasiriyorum olana bitene. insanlar neden bu kadar salak yaeee diye dert yapmayacagim zira salagin onde giden grubuna dahil oldugum asikar. ergenligi asip olgun insan klasmanina ilerledigim su gunlerde, kendime bakip sasirmak yerine, yasitlarimla dalga gecmekten baska yaptigim ne var acaba. tek kelimeyle, cok sey. bana ne otuzuna gelmis ve hayatta ne yapacagini bilmeyen bir suru diger insandan. once kendin bil derler zira adama. ama en azindan hayret verici bir sekilde bir cok konuda tutarliyim, bunun sebebi de sadece ve sadece laz inadi. o da olmasaydi, eyvahlar olsun, bored to dead'teki george'dan beter, i want that, i want that too diye bagirirdim.

turkiye'de gecirdigim her saniye ustumde bir yuk, sanki sirtima beyaz esya koymuslar da daga yolluyorlar. bir kere bile aah hayat ne guzel aslinda arkadas demedim ya, allah kahretsin. kirec dokesim geliyor butun cografyaya, cunki her yer kokusmus hastalik saciyor. FALAN.

iste bu yuzden sanata, sinemaya, muzige, populer kulture, allah ne verdiyse yeriz abiye sardim. her gecen gun, adini, soyadini telafuz edemedigim ve su gune dek okumadigim icin utanc duydugum bir suru yeni yazar kesfediyor, kitaplarini aliyor, mamafih okumakta zorlaniyorum sevgili gunluk. korkarim gozlerim bozuldu. harfler yamuk yamuk, sanki indesign'da golge atmisim, halbuki NE ALAKASİ VAR. korsun iste kardesim.

su siralar okumaya basladigim iki adet kitap var: birincisi j.m. coetzee'nin (nobel odullu) utanci, ikincisi ise jeffrey eugenides'in  (kendisini virgin suicides'tan taniyoruz) middlexex'i.

middlesex'i izzet ali'ye vermis. o da tuvalette okuyordu cok afedersiniz. ben de tuvalette okumaya basladim ama sonra utanip yanima aldim. tuvalette okumanin sakincasi yok, kitap her yerde okunur da ne biliyim gotum acikken kitap okumak koymaya basladi sevgili gunluk. coetzee'yi ise bir is cikisi vakti, gecenlerde, kapanmak uzere olan kabalci kitabevi'nden bir hisimla neden aldim hic hatirlamiyorum acikcasi. ama sonra nasil okumadim, püü, allah kahretsin demedim mi, dedim.

uff, hala okunacak binlerce kitap var. aman yarabbim ne cok kitab okuyorum. okuma askimi sikiyim cok afedersiniz.

ote yandan, turkiye'nin kistirilmis ve sikko uretim sinirlarindan gecip dunya dehlizlerine dalinca aslinda ne kadar uretken insanlar vay ananas diyorum. peki sanatsal anlamda bu kadar uretim neye yariyor? dunya daha iyi bir yer oluyor mu? tarihe bakinca aslinda evet, oluyor. orta cagda yasadigimi dusunemiyorum misal, kesin benekliyim diye yakarlardi beni. uzgun surad. ama bunca uretimin  gereksiz bir ekonomi yaratmasi asabimi bozuyor. die damien hirst die. bir de ah nerde o eski sanatcilar azizim. simdi herkes para ekseninde yasiyor. ilk kim sanatimdan para da kazanmak istiyorum demis konusunda az once kendi beynimde cevirdigim 2 dakikalik andavalca tartismanin ardindan, husu icerisinde gundelik hayati guzellestirmeye dair seyler hakkinda dusunmeye itiverdim kendimi.

her seye ragmen guzel bir hayat mumkun mu?

mumkun. hem de cok basit seylerde gizlili bu mutluluk. bugun kesfettigim low commitments projects kadar basit seylerde hem de.

bu guzel off gunu de boyle keyif icerisinde gecirmek varmis. arada yazdigim is sebebli yazi olmasa da muthis bir insan olabilirdim tabii.

Thursday 19 January 2012

nedir bu cektigim. season 28. episode 1.

kafalarini yastiga koyduklari an uyuyabilen insanlar var. daha da acisi kafasini yastiga koymadan once uykuya dalabilen insanlarin olmasi.

hicbir zaman bu iki kategoriye dahil olamadim.

uyumak benim icin zorlu bir surec. saatlerimi uyumaya harciyorum ve bu beni cok yoruyor. gozlerimden uyku selaleleri aksa dahi uyuyamiyorum seklinde bir kepazelige imza atiyorum mutemadiyen. yorgunluktan pestilim cikinca daldigim uykulardan ise elbette cok zor kalkiyorum. bu da ayri dert.

bugun pes ediyorum. bundan sonra caba sarf et me ye ce gim. otururum sabaha kadar vampir gibi. ne varmis. islerimi yaparim. kitap okumaktan, dizi, film izlemekten daha guzel ne var hayatta.

mesela simdi, mutlaka okumaniz gereken 25 ask romani yazisini tamamlayabilirim.
boylece yarin, uyusam da uyumasam da herhalukarda gozlerimden uyku akacak olan ofiste daha az isim olur. yatakta donmektense hazirladigim mainstream ask listesini buraya kopi-peyst edebilirim. degil mi? yo, yo. sizinle ancak ve ancak kendi ilk 3'umu paylasabilirim sevgili gunluk.

1. anna karenina - tolstoy.
2. kurk mantolu madonna - sabahattin ali.
3. iklimler - andre maurois.

iyi uykular sevgili gunluk, her nerede uyuyorsan.

Wednesday 18 January 2012

cok uzuntulu bir gundu

dun eve nasil gittigimi hatirlamadigimi fark ettigim anda doctor who izliyorduk. mutlaka yuruyerek donmustum eve, hep ayni yollari gecerek, ama o yollari hep nasil geciyor oldugumu o kadar guzel unuttum ki. bir beynim yoktu adeta. bundan sonra da olmayacakti.
cunku dun cok uzuldum. yasadigim ulkeden ve o ulke birlikte yasadigim insanlardan nefret etmemek icin kac kere yutkundum hatirlamiyorum. bence bu yutkuntular esnasinda beynim daha fazla zarar gormemek icin kendini kilitledi. hrant dink'i oldurmekten yorulmadilar. butun bu kotu insanlarla ve onlarin kotu hucreleriyle yasamak ne kadar zor. insanin caresizlikten aglamasi kacinilmaz. elimi kolumu nereye koyacagimi bilemedim. yer yarilsa da yerin dibine gecseydim.
doctor who'nun dunku bolumu olan the hungry earth iste bu noktada devreye girdi. doctor, amy ve rory galler'in bir koyune gitmisti. orada da elbette garip seyler oluyordu. birden yer yarildi ve amy icine girdi. :( sonra anlasildi ki megersem insanlardan once dunyada yasayan bir grup earthlien, yerin altinda bir medeniyet kurmus, dunyayi ape'lerden yani insanlardan kurtarmaya calisiyormus. bence de dunyayi insanlardan kurtarmak cok iyi bir fikir. nasil cogu bu kadar kotu olabiliyor anlamiyorum ki.
bu noktada doctor who'nun insanlarin ve dunyanin basini surekli beladan kurtarmasini hos karsilamiyorum.
ben doctor who olsam uzaylilarla ugrasacagima, ya iyi insanlarin rahatca yasamasina izin verirdim ya da kotu insanlarla mucadele ederdim, gibi bebek aklina mahsus cumleler kurmaktan da utanc duymuyorum.
yarin kac kisiyiz gorecegiz. hrant dink'te.

Friday 13 January 2012

yine bir cuma, butun kokular kesif.

bu haftanin nasil gectigine dair bir fikrim yok. ofis, cekim, yagmur, ofis, uyanamamak ve bu yuzden her sabah off'layarak kalmak seklinde bir donguye girdigim icin kendimden nefret ettim. yagmur cok pisti. ama bu kis, butun kadinlarin aksine cok usumuyorum. genel ruh halim her zamanki gibi, bir tarafim cok pis kop kop diyor, bir tarafim ise gecmise ozlem banalitesine gomulmus durumda.
hicbir sabah faturalara bakmak aklima gelmiyor, aksamlari da otomatigin sensoru yuzunden bakamiyorum. ve bu beni uzuyor.
muzikal anlamda guzel bir hafta idi fekat. smith westerns, tame impala dinledim bol bol. david bowie ile de baristim. zenne ve jane eyre izledim.
sirket haberleri biraz canimi sikiyor olsa da konu beni asiyor.
bezelye yemegi ve pilav yedim genelde, bir de simit as always.
to do list'imde duran ve yapmadigim seyler icin kudret istiyor ve turkiye'nin allah belasini versin diyorum.

Wednesday 11 January 2012

everything you wanted to know about kevin.

ilerde 2012'yi tilda swinton'a gicik oldugum yil olarak hayirlayacagim. we need to talk about kevin'i izledikten sonra sanki bazi filmler tilda icin yapilmis gibi geliyor. illa ki o oynayacak! yoksa olmaz arkadas. kiniyorum bu durumu. bir de gay'inden sey'ime kadar herkesin tilda'ya ayilip bayilmasi da irite etti, kabul. we need to talk about kevin'a gelirsek. kesinlikle gece uyumadan evvel izliyim de sonra uyurum diyebileceginiz bir film degil diyorlar. gercek kotuyu anlatiyor zira. ve gercek kotunun annesinin basina gelenler aman yarabbim. ben fenalasmadim izlerken acikcasi. tilda ile yogrulmus bu filmde keske kevin'a daha cok yer ayrilsaydi da baska oyunculuklar da gorseydik isterdim.

Saturday 7 January 2012

black mirror sadece bir arcade fire sarkisi degil

bir cok arkadasimin ayni anda heyecan yaparak beni de izleyemeye tesvik ettigi ingiliz dizisi black mirror'i cok da heyecan verici bulmadim acikcasi. beklentiyi yukseltince, tatminler dusunuyordu. ekran bagimlisi uber tech yasamin olasi sikintilarina dair distopik perspektifimizi daha da zorlamaliyiz bence.

Thursday 5 January 2012

cok guzel bir kitap

merhaba, sene 2012. turkiye'den haberler korkunc. uludere katliami, ergenekon sacmaligi, bugun de beraat yok, enflasyon sokuslarda ve buna ragmen, yine de olmedik.
her senenin yeni bir baslangic oldugu klisesinden yola cikarak bu sene de polarrules'u yeniliyorum. eski seyleri siliyorum sanmayin. onlar tarihin asla acilmayacak olan les gibi raflarinda duruyorlar.
peki bu seneki konseptimiz ne? cok basit. bundan sonra bu blogu okudugum, dinledigim, gordugum, sevdigim her seye adiyorum. cunku 2012 cok sevdigim bir yil olacak, bunu hissediyorum.

tabii ki bu soylediklerimi yapamayacagim ve 2012 de iyi bir yil olmayacak.

o halde okunacaklar listesinde haydar karatas'in gece kelebegi perperik-a soe'sinin oldugunu soylemeliyim.
izlenecekler arasinda en hevesi oldugum tabii ki moffat harikalari sherlock ve doctor who. filmler dizi dizi. jane eyre gozlerimin icine bakiyor. bu aralar en cok, hala, laura marling'i dinliyorum. new british folk beni heyecanlandiriyor dogrusu. dergileri ise hic heyecam verici bulmuyorum. insanlarin ise genelde vasat zekada seyretmeye devam ettigini soyleyebilirim. vasat kotudur.