Saturday 18 February 2012

after sebald

bir kitabi o kadar cok sevmek ki aldigin her kiyafetin cebinin boyutlarinin ona uygun olmasina dikkat etmek.

Tuesday 14 February 2012

ego zindanlarda oh yoshimi, they don't believe me.

sadece bir flaming lips sarkisi degil bunu yazdiran. ego ne korkunc bir sey yarabbim. insanoglunun her hucresinde dort donuyor. haliyle bende de. sende de. dedemde de. allah rahmet eylesin. koydeki mezarinda hey gidi kadir efendi. eski adi ile siyat. turkce'de bir mahalle adi olmus.

gercekten surekli insanlara bok atarak veya onlari olumlayarak yani onlara gore varolan bizler, ne kadar mumkunuz? mesela, onlar gibi degilim, demek ne kadar aciz. burada dusman-dost, gemenschaft-gesellschaft'i kaymaktan oteye bir seyden bahsediliyor, gerilmeyiniz.  cunku elbette onlar gibi degilsiniz canim benim. degiliz ya da. icsel surecte neyin kavgasini veriyoruz. bence laf olsun diye konusuyoruz.

baskasina bakarak kendini bir makama yerlestirmekten vazgecmek mumkun olmali. elestirel kurama omuz bukup ayni sahada mac yapmak garibime gitse de, insanoglunun caresizligini anlayabiliyorum. benim gibi bir suru  insan da var cok sukur.

sunu unutmamali.

insanin kendisini surekli ay ben onlar gibi miyim diye yoklamasinin sonunda ulasacagimiz tekinsizlikten uzak ve surada kurulan sikko cumlelerden arinmis bir dunyanin ne zaman mumkun olacabilecegini kimse kestiremiyor. cunku baskalarina ay onlara bak vay bunlara bak diyerek, ben onlar gibi degilim diyerek kendini tanimlarken, kisaca olmus olmuyorsun ve bunu sen de biliyorsun. bu yuzden kisa kes sevgili dearjune.

bu cok aci bir deneyim olsa da, yeme. baskalari kompleksinden kurtul. sevgilerimle.


Sunday 5 February 2012

yalan dunya, her sey bombos vallahi de.

her sey hakkinda yazilabilir. masanin uzerindeki dort elma ve iki portakal hakkinda bile bir roman yazilabilir.

yillarimi verdigim dergicilik dunyasinda ogrendigim en iyi sey bu oldu sanirim. o kadar sacma seyler hakkinda yazilar yaziyorum ki. mesela, bir sandalye ile ilgili 4000 vurus bir hikaye yazmak ne demek? ama yaziliyor iste neticede.

cok garip.

uretimin bu kadari gereksiz. bir suru sanatci, edebiyatci ve muzisyen bosuna uretiyor aslinda.

Saturday 4 February 2012

what a waster, what a fuckin waster

cice bebe, sut ve the libertines. buradan da kayahan'in ben de insanim sarkisina gecicem. cunki sonunda ben de deli olurum. falan.

Friday 3 February 2012

bilmediginiz kuzey ve guney.

elbette turk televizyonunda donen ve nedense ofisteki kadinlarin cok da bahsetmedigi kivanc tatlitug dizisinden bahsedecek degilim. muhtesem yuzyil ile ayni saatlere denk gelmesini cok talihsiz bulan is arkadaslarimin neden muhtesem yuzyili izleyip kuzey ve guney'i izlemedigini anlamak icin her iki diziye de baktim bu arada. berbatliklardan berbatlik begenmek dedigimiz boyle bir sey olsa gerek. bu ve bunun gibi dizileri izleyen insanlarin zeka geriligi yasamasi ise normal. estetik hicbir sey vermedigi gibi, kotu oyunculuklari ile insani hayattan sogutuyor bu diziler.

gercek kuzey ve guney'e gelirsek: milton'dan sevgilerle!

son gunlerde bayagi bir vaktimi alan ingiliz edebiyati ve dizi-film uyarlamalari seckisinden north&south'u dun taze bitirmis olmamin verdigi sahane duygu ile, ingiltere'nin mandasi olsaydik keske gibi hislerimi anlatmayacagim bu yazida sevgili gunluk. kolonyal sicislarla dunyanin butun kaynaklarini somuren ve su an sadece bir adada tikilmis vaziyette yasayan zavalli ingilizler, sanayi devrimi de sizde, kralice sizde, punk sizde! biz de oyle mal mal bakiyoruz iste diye muhabbetcilik yapma niyetinde  zaten degilim. niyetim basarili bir uyarlamanin insani nasil etkiledigine dair hissiyatimi taze taze paylasmak. sonra okuyup hatirlamak. 

18. yuzyil ingilteresi'nde gorebileceginiz her sey.

elizabeth gaskell imzali north&south aslinda bir endustriyel roman ve dort bolumluk bu bbc uyarlamasinda da elbette olay kuzey ingiltere'nin endustri sehri milton'da geciyor. garskell romani yazarken tarimin guzel havali guney ingiltere'den ve sanayilesmenin harcore boyutlari ile yasanmaya baslandigi kotu havali kuzey ingiltere'den etkilenmekle kalmamis, yasanan gelismeler isinga yeni yeni olusan isci-isveren olaylari, sinif catismasi, dindarlik, aristokrasinin ahmakligi, sendikalar ve elbette aska deginiyor. roman, margaret hall adindaki genc kizimizin gozunden akiyor. 

dini acmazlara giren mr. hale'un 'kiliseyle isim olmak artik, birakin beni platon falan okuycam' diyerekten tasi taragi toplayip gunesli gunler, rengarenk cicekler ve tertemiz havali hampshire'i birakip, aman yarabbim griden ibaret milton'a gidisini konu edinen birinci bolumde, hanim kizimiz margaret kendisine evlenme teklif eden kuzeni henry'i geri ceviriyor. nedeni ise, evlenmek istememesi. henry bunu anlamiyor cunku o donem ingiltere'de kadinlarin tek derdi jane austen'den de bildigimiz uzere erkenden makul bir evlilik yapmak. henry londra'da aristokrat bir hayat yasiyor, eli yuzu duzgun yagiz bir tip. derken hale ailesi milton'a gidiyor. aile ici neden bizi buraya getirdin? mr. hale tartismalari hafif capli bir kriz yaratiyor. adam da yeter ulen beni allah'la isim olmaz diyor. ben ders vericem efendi efendi diyor. 

bu arada pamuklardan tekstiller yapan fabrikanin sahibi mr. thornton ile karsilasiyoruz. kendisi mr. hale'un ogrencisi. cok hirsli bir oglan aman yarabbim gorseniz. babasi oldukten sonra cok calismis ve bu fabrikayi ayaga kaldirmis vs. ama fabrikayi gorsen, cehennem gibi. uc kurusa calisan isciler, ayaklari ciplak. uzgun surad.

sonra ortaya bir grev durumu cikiyor. ya ne olacagidi? pis isveren kapitalist koppek, elbette iscileri somuyordu. grevi costuran da cesur yurekli isci sinifindan mr. nicholas higgins ile ay tatli bir tip acikcasi. kankan olur. haliyle hisli kizimiz margaret de onu cok seviyor. ama margaret'i seven baska birileri daha var. 

Ta TAAAAm: mr. thornton elizabeth'e karsi bos degil.

ama biraz okuz tabi. donk diye gidip kiza evlen benle diyor. ne etsin, oyle gormus buyuklerinden. ama elizabeth kacin kurbagasi, git basimdan thornton diyor. zaten bastan beri pis kapitalist oldugu icin takisayazdilar.  bu arada siz misiniz grev yapan diyen thorton, daha ucuz is gucuyle calistirabilcegi irlandali iscileri milton'a getiriyor. grev mrev yalan oluyor. rezillik. nicholas dahil herkes issiz kaliyor. sendika kurulurken "ama benim hasta cocuklarim var, calismam lazim" diyen ve basta grev kirici olarak can veren adamcagiz da oluyor. yine uzgun surad. olen bir tek o olsa. margaret'in anasi da oluyor. 

bu arada ingiltere'den tuyen kardes frederick anasini gormek icin gizlice milton'a geliyor. thornton bunlari sevgili saniyor. al basina bela. adam kendi kendine ne triplere giriyor tobe yarabbim. 

aradan gecen zaman, babali kizli gunleri isaret ediyor. margaret iyi bir kiz oldugu icin (annesi, mr. thorton'a ayar cakarken, she never do something wrong der, o derece)  nicholas'a ve ailesine yemek goturuyor. ve git thornton'dan is iste, sana is verecektir diye de ekliyor. nicholas ise, "iyi de ben sendika kurdum, adamin islerini sabote ettim" diye cevap veriyor. ama margaret mon amour, nicholas'i yureklendiriyor: "mr. thornton ozunde iyi bir insan ve sana is verir."

oo margaret, anlayalim!

bu arada mr hale, oxford'ta dersler veren pek bir tatli landlord'u mr. bell'i ziyarete gidince olmesin mi! elzabeth kaldi bir basina. aman yarabbim lennox'lar hemen ay elzabeth burasi igrenc bir yer, gel seni londra'nin aristokrat andavalliklarina dahil edelim diye alip goturuyorlar. mr. thorton, elizabeth araba ile gider iken look back at me diyor, o noktada cok agliyoruz. uzgun surad. elizabeth de babasi olunce cok yalniz kaliyor. siyahlari cikarmiyor ustunden. henry de sevinc icinde. guya is koyucak kiza. ama nerdeeee? margaret is already in love with mr. thorntonnnnnnnssss. 

olen olene. allah rahmet eylesin.

bu arada mr. bell doktorundan olecegini ogrenir ve arjantin gokyuzunun altinda yasayacagi uc bes gun kaldigini anlayinca butun servetini margaret'e verir. wow, she's so rich. sansa bak thornton da finansal krizlere girer. dukkana kilit vuracak o derece. margaret de henry'nin gazi ile madem 15 bin pound'um var, bari yatirim yapayim kafasina giriyor. lennox familyasindan avukat efendi, aa milton'daki fabrikaya yatir falan derken bu henry ile margaret milton'a gidiyor. ama thornton orada degil. margaret bakiyor, bakiyor, kimse yok. uzuluyor ama vaktirmiyor. bu arada thornton da askindan geberecek yazik. kalkip hamshire'a margaretgillerin eskiden oturdugu eve bakmaya gidiyor. oradan bi sari cicek kopariyor. (burada tolstoycu bir gelisme yasaniyor. tolstoy bir yerlerde duvarda bir silah tarif ettiyse, ilerde o silah  patlar. misal, margaret'in mr. bell ile gezmeye gittigi hamspire'da o eski ciceklerden eser yok diye dert yanmasi. ama thornton o cicegi goruyor ve koparişp cebine koyuyor.) derbeder bir sekilde beyaz gomlegi efil efil trenle donuyor. 

bakmazsan goremezsin margaret akillim!

aa o da nesi milton'dan 30 dakika uzaklikta iki tren duruyor. margy'ye bi fenaliklar basiyor. trenden iniyor. thornton da kendi kompartimanindan melulce bakiyor deeerkeeeen birbirlerini goruyorlar. aman yarabbim nasil bir romantizm. margaret titriyor felan. kem kum iste milton'a gittim felan. derken mr.thornton cebinden cicegi cikariyor. o kadar guzel bakiyor ki margaret'e bence her genc kiz o kadar guzel bakan bir adama kiyamaz. sonra opusuyorlar. henry uzaktan soke oluyor. sonra tren kalkacak anonsu yapiliyor. margaret henry diyor. henry margaret'e cantasi veriyor ve goodbye margaret diyor, kapiyi kapatiyor, gicik. sanki senle kalacaigi kiz!

bu bes saniyede mr. thornton'un omrunden omur gidiyor. ya o kara trene biner de giderse margaret diye. ama gitmez yani cus daha neler.

margaret yanina geliyor. ve iste o cumle: are you coming home with me?

margaret basini salliyor. biniyorlar ve milton'a dogru gidiyorlar. opusuyorlar felan.

boylece margaret'in trende yolculuk yapan suratini yine goruyoruz.

kalp kalp.