Thursday 11 September 2014

bunca yillik insanim
felaket genlerimizde
olabilir, bilemem, se
n bil bilim adami be
nim yapabilecegim t
ek sey olmektir sonu
nda anlayabilecegim
i sanmiyorum geldig
imiz noktada

Monday 8 September 2014

ben singapur'a gidiyorum. sana singapur'dan sincap getirecegim. havayolu sirketi ile konustum. sincabi kafese koyarsam sorun olmazmis. fakat kafesin cok ama cooook saglam olmasi gerekiyormus. cunku sincaplar kemirgenlermis ve butun ucagi kemirebilirlermis. "hicbir hayvan, demirden bir ucagi kemiremez" dedim. yanildigimi soylediler. "sincaplar tahmininizden de tehlikeli olabilir, hanimefendi" dediler ve eklediler: "ucaklar sadece demirden yapilmazlar. baska malzemeler de ihtiva ederler." "yine de bu cok sacma. kafesi kapattigimiz muddetce sorun olacagini sanmiyorum" dedim. yetkili adam derin bir nefes alarak anlatmaya basladi: "yillar once roma'dan pekin'e giden bir ucakta, kafesleri iyi kapatilmayan sincaplar ucaga yayildi. az kalsin ucagin elektronik sistemini kemiriyorlardi." 
once inanmadim. sonra arastirdim ve o da nesi. gercekten de, vakti zamaninda, sanghay'dan roma'ya gonderilen ve tam tamina 288 kilo tutan 15 kafes dolusu sincabin basina gelmeyen kalmamis! sonra adami tekrar arayip sordum. "o kadar sincabi ne yapicaklardi ki?" elbette italyanlarin bunca sincabi ne yapacaklari konusunda en ufak bir fikri yoktu adamin. "konu o degil" diye azarladi beni. bileti almaya karar verip vermedigimle ilgilendi sadece. ben ise sincaplarin basina gelenleri okumaya devam ettim.
sincaplar once istanbul'a gelmisler. burada bir sorun yasanmadan baska bir ucaga aktarilmislar. fakat istanbul'dan roma'ya ucarlarken bazi sincaplar ucustan etkilenmisler ve bayilmislar. roma havaalanina inen sincaplar italyan veterinerler tarafindan incelenmis ve ulkeye girmelerine izin verilmemis. aynen  ulkelerine gonderilmisler. iste bu noktada olan olmus. italyanlar kafeslerden birinin kapagini kapatmayi unutmus. ucak once istanbul'a gelmis. burada aydin adindaki baska bir ucaga aktarilmislar. bu ana kadar herhangi bir sorun olmamis cunku butun sincaplar kafeslerindeymisler.ucak pekin'e ucmus. cinli yetkililer sincaplari karsilamaya gitmisler. fakat bir de ne gorsunler! ve bir kafes dolusu yani tam 40 (kirk) sincap ucagin icine dagilmis. ucak pekin'den bir sure geri donememis. yapilan calismalar sonucu dort sincabi hemen yakalamislar. fakat diger sincaplari uzun sure bulamamislar. bu yuzden ucagi aprona cekmisler. thy yetkilileri basibos sincaplarla dolu bir ucakla turkiye'ye kadar ucmanin imkansiz olduguna kanaat getirmis. tam bir hafta gecmesine ragmen sincaplar ne diri ne de olu vaziyette yakalanamamis. ucak uzunca bir sure oylece kalivermis pekin'de hangarda.  sincaplar olsun diye 2 bin 800 kilo karbondioksit sikmislar. ucagin govdesini sokmusler. ucagin o kadar sure orada kalmasi firmayi ciddi maddi zarara sokmus. bir daha da kemirgen tasimama karari almislar. bu yuzden ucakta sincap tasiyacaksam her seyi goze almam gerekiyormus. neyse ki bu havayolu sirketi tamamen yasaklamadi sincap tasimayi. yoksa sana nasil sincap getirebilirdim ki singapur'dan?

Wednesday 3 September 2014

hadi hatirlasana. dida mangisalardan nasil korkardin. cocukken en sevdigimiz sey degil miydi misir tarlalarinin arasinda korkarak dolasarak gezmek ve isirinca sutleri fiskiran cig misirlari yemek. her defasinda ishal olmakla veya bahce sahibi teyze tarafindan kovalanmalara ragmen, butun yaz tatillerinde, ilk okul bitene kadar. hatirlasana. simdi cirkin binalari diktikleri o tarlalarda nasil da eglenirdik. basibos gezen kopekler ve biz. en guzeli de neydi hic mi hatirlamiyorsun? misirlar buyurken vahsi bir orman gibi olurdu. sonra bizim boyumuza gelmisken tam o teyzeler bahceleri duzenler, misirlari duzene sokarlardi. kocaman yapraklar arasindaki kucuk patikalardan gezerken nasil adrenalin salgilardik? ki o yapraklar misirlar buyudukce sertlesir adeta keskin bicaklara donusurlerdi. her yerimiz yara bere icinde kalirdik. bir anda beliren teyzelerin aslinda dida mangisa olduklarini sanirdik. hic birini mi hatirlamiyorsun? uzuyorsun beni?

cocukluk arkadasim esra, korkunc bir trafik kazasi gecirip bitkisel hayata girmisti. haberi annemden almistim. hemen esra'nin annesi zuhal teyzeyi arayip uzuntulerimi iletmistim. zuhal teyze esra'nin son gunlerininde cok mutlu oldugunu, sonunda istedigi gibi bir iste calismaya baslayacagini ama bu elim kaza yuzunden cok uzulduklerini anlatmisti saatlerce. doktorlar esra'nin yasasa dahi eskisi gibi olamayacaklarini soyluyorlarmis. buna ne zuhal teyze ne de ben inanmak istemiyorduk tabii ki. telefonu kapattiktan sonra hafta sonu icin ardesen'e gitmeye karar verdim. ne olursa olsun esra'yi gormeliydim.

buyudugum kasaba, ardesen, tahminimden de cok degistmisti. cocukken kosusturdugumuz cakilli yollar coktan asfalta donmus, denize girdigimiz sahillerden otoyollar gecer olmus, yuksek katli apartmanlar bir zamanlarin yemyesil yerini beton bahcelere donusturmustu. sehrin disinda akan firtina deresi artik sehrin ici olmustu. suyu eskisi kadar serin degil ve de ayni sarkiyi soyleyerek akiyor gibi degildi.

ucakla trabzon'a gitmek hic keyifli degildi. istanbul'dan havaalanina ulasmak icin harcadigim saatlerden sonra hava sartlarinin kotulugu sebebiyle sallanan ucagin midemde yarattigi rahatsizliktan sikayetciydim. fakat trabzon'dan ardesen'e kadar yaptigim otobus yolculugunun bunyemde yarattigi saskinlik midemdeki eziyeti unutmami sagladi. eskiden bu yollardan gecerken hic canim sikilmazdi. babamla istanbul-ardesen arasinda az mi gidip gelmistik. cocukluk anilarimda samsun-istanbul arasi dunyanin en monoton yolculugu olarak kalmisti ama ardesen-samsun arasi soyle degildi. cunku daglara ve denize bakmak, yesilin ve mavinin arasindan akan cografyayi izlemek her zaman sahane bir deneyimdi. daglarin yamaclarindaki yalniz basina evlerde yasayan insanlarin hayatlarinin nasil oldugunu dusmek, balikci kasabalarindaki gemilerin renklerine bakmak, cogu zaman koyu laciverte donen karadeniz'in urprertici hali bu alti saatlik yolculugu gizemli bir roman gibi okumami saglardi. fakat gordugum uzere artik hicbir sey eskisi gibi degil. neredeyse her boslukta bir bina var ve yollar cillop gibi oldugu icin gaza basiyor mutemadiyen soforler. gelismisligin duzeyi hayal gucumu yerle bir etti. ardesen'e cok kisa bir surede ulastik diyemem ama basimi pencereye sabit tutmakta zorlandigim bir gercek. benzer kabukta bir hayat. ve artik denizin taslari yok cunku denizi doldurmuslar barbarlar. fakat yerel halk cok mutlu. cunku ulasim daha hizli artik. nasil da calisiyormus basbakanlar!

cay fabrikasinin onunde inecegimi soyledim muavine. eskiden bu cay fabrikasi sehrin en bati kisminda kalirdi. bizim evimiz fabrikadan denize dogru inen yolun ortasinda. dedem cok eskiden burada arazi almis cunku babaannem artik koyde yasamak istemiyormus. o zamanlar burada sadece deniz kenarindaki kulaberlerin evi varmis. o evden hep cok korkardim. cunku o kadar denizin dibindeydi ki dalgalar carpardi binaya. babaanemle oturmaya giderdik bazen. sehpalarin uzerindeki cay bardaklari dalgalar yuzunden zangir zangir titrerdi. ve bir de deli saniye burada yasardi. onun hikayesine sonra gelecegiz. dedem evi yapmaya karar verdiginde babaannemin kardesi yuksek mimar mehmet dayi projeyi cizmis. ama ustalar projeden hicbir sey anlamadiklari icin o kadar tuhaf bir sey insa etmisler ki! odalardan buyuk bir antre, koskocaman bir banyo ama minicik bir mutfak. ayrica her katin planini da bambaska yapmislar. biten her kattan sonra dedem ofkelenmis cunku! projede boyle mi ciziyor diye bagirmis ustalara. onlar da ellerinden geldigince deneysel takilmislar ve ortaya zamanina gore saray boyutunda ama simdi yaninda insa edilen apartmanlarin arasinda minicik kalan bu ucubeyi yapmislar.


Monday 1 September 2014

sana suleyman sah turbesinden bahsetmek istiyorum bugun
butun gazeteler ondan bahsediyor diye degil
belki gercekten de tahminimizden de onemli bir yerdir diye

kubbesi yesil
icinde yumusak halisi
mezara girerken de
ayakkabilar cikarilmali
gozleri kahve tadinda
saclari burusuk
elindeki masa
kestane kebab
yol yakinken donemedi
oldu otuz
saclarindan da vazgecmedi
gozlerinden de
kis gelince kestane de yemedi
kebab hic sevmez
iste bizim kiz boyle yasadi
tam yirmi dort asir
dunya degisti
o kaldi kelimeleriyle
apir sapir



kopruden kendini atmak isteyen kisi
bir ani olarak kaldi selfie'lerinde modanin
bugun hepimiz dehsete dusuyor gibi yaptik
yarin oldugunda failleriydik butun dramlarin

toplum toplum diye inledik durduk
gozumuz kollarimizda isyan devrim ozgurluk
degisebilirdi yarinlar gecmisten baslayarak
sayet iki kisinin arasindaki sinirlar olmasaydi

guzel gunler hayal edilirken guzel

iste bu

resmi evraklara istinaden siir yazmak istemiyorum
aci ceken insanlara ya da kesilen agaclara dair de
adalete ve guzellige ovguler duzmek istemiyorum
mimari trendleri ve teknolojik gelismeleri zaten birak

dur hele, bekle, heyecan dorukta bu satirda

koskocaman dunyanin ucundaki koylerden birinde
uykuya dalmadan hemen once sarki soyleyen yasli bir teyzenin keyfine
bahcesindeki domatesini, biberini open ademe
gece sahilde uzanmis yildizlardan bahseden genclere de yazilmiyor bu siir

bastan soylemedim belki ama
hizla basimizi donduren su lanet dunyaya da
yazmayacagim bu siiri
askindan olenlere lafim yok, beni bilirsin
onlar da nasiplenemeyecekler bi siirden, uzgunum leyla

allahin adini adettir diye kullaniyorum,
anneme de selam ederim bu arada
babam eksik kalmasin, haklisin
turkiye edebiyati calkalanir valla


ben bu siiri
kanli vatanlara
usulsuz bayraklara
gece sokakta uyuyan aclara
sofrasindan kus sutunu eksik etmeyen sabanciya, koca
kufur niyetine siir yazanlara
en cok da onlara
yazacak degilim

bu siiri
bu siirin hic olmadigi tertemiz bir gune yaziyorum