Monday 7 March 2016

dolapdere.

kalyoncu kulluğu'ndan aşağıya doğru yürümeyi çok severim. tarlabaşı’nın bütün hengamesinden dolapdere’nin son günlerine doğru yolculuktur bu yol benim için. sağ taraftaki kilise, çivit mavisi spotçu ve de harap haldeki şahane binaları selamlar, bombeli yokuştan aşağı yuvarlarım kendimi. şayet günlerden pazar değil ise yokuşun bittiği yerden sağa döner, camiye doğru yürürüm. sağlı sollu dükkanlar ve önlerinde bekleyen avarelerle çok ilgilenmez gibi yaparım ama aslında hepsine bakar, hepsinin hakkında düşünürüm. dolapdere, bütün bohemliği, aktivistliği, zırvalığı ile içimi şişiren beyoğlu'ndan kaçma yeridir benim için. fakat acı gerçekle yüzleşmek için biraz daha yürüme gerekir her defasında. koç müzesi'nin inşaatına doğru, yani o muhteşem kilisenin civarında acı acı çöker üstüme dolapdere'nin hazin sonu. "buralar hep dümdüz olacak. koç müzesi geldiğinde, elbette o pazar günü kurulan nam-i diğer "hırsızlar pazarı" yani bitpazarı olmayacak ve kurtuluş'un derinliklerinde yaşayan afrikalı mülteciler artık orada yaşayamayacak. şimdiden almışlar arazileri ve evleri. fiyatlar imkansıza doğru yaklaşmış. kilisenin karşısından emladağ'a çıkan yol üzerinde rezisanslar boy boy dizilmiş. her taşını ezberledim dolapdere'nin. eroinmanlarını, hırsızlarını, göçmenlerini, pespayeliğini, tarihini ve her şeyini. sadece bundan 10 yıl sonra aynı yolu yürüdüğümde sevgim eksilecek diye üzülüyorum. yoksa hafızamda, hatıramda her şey. bütün araba tamircileri, manken satan dükkanlar, gece tekinsizliği. ah kimseye anlatamadığım bir tutku, bir kaçış. o kadar sevgi dolu geziyorum ki oraları. sarmaşığının yapraklarına bile imreniyorum.