Wednesday 28 March 2012

tasrada brit pop keyfi

sene kac? hatirlamiyorum. doksanlarin ilk yarisini devirmisizdir. her sabah surune surune yataktan kalmak en buyuk iskence. ve elbette kufrediyorum: sehrin tepesindeki samsun anadolu lisesi'ne. atakum'dan kalkip gitmek icin iki vasita degistirmek gerekiyor. ve bilhassa regl oldugum o gunlerde bunun nasil bir iskence oldugunu hatirladikca su an bile urperiyorum. 
kareli etegim, lacivert ceketin ustune giydigim deri pilot ceketim ve ben. meydanda iniyor, o zamanlar okulun arkasinda catir catir calisan samsun havaalanina giden minibuslere biniyordum. tipime baksana. hangi amacla insa edildigi belli olmayan bir cumhuriyet meydanindayim ve burasi got kadar bir yer cok afedersiniz.
yine de ilk 1 mayis'a burada katildigimi dusunmek, sirf okuldaki yakisikli solcu abiler yuzunden, ve o meydana kimsenin gelmesi ve 50 kisi kalisimiz. her aksam okul cikisi, ciftik caddesini kesen sokaklardan birinde konumlanan kafeye gidip iki uc aforizma ile solcu olabilecegimizi sanmamiz. eve gec gidiyorum diye babamin kizmasi. o kadar kizmasi ki, o kadar kizmasi. bir hafta hic konusmamistik. bir hafta haber vermeden eve gec geliyorum diye. 
bu sehirden kurtulmak icin neler verilmezdi ki. hayat, ciftlik'te turlamak, kelepirden, sakallidan ve dunya kitabevinden kitap almak, pasajin icindeki hippimsi abiye kaset cektirmekten ibaret. 56'lardaki gazetecinin onunde duran telden seyin arasina sikismis calinti dergisi veya bir roll, kac kere yagmur yemis olmasina ragmen cok degerli. 
resmen,  iskender olmayan iskenderimsi doneri yemenin en buyuk hobi oldugu bir sehirde buyuk izdiraplar icinde buyudum. 
hayaller kurmaktan baska, gelecegi cagirmaktan baska yapabilecegim bir sey yoktu. 
gelecegin hizla bana dogru kostugundan habersizdim.
ve iste simdi o gelecekten, her gecen gun daha da silinen anilarima bakiyorum.
anilar siliniyor ama hisler katiyen silinmiyor. 
samsun'a dair hissettigim korkunc yalnizlikla ve bekleme hali ile birlesen regl sancilari. akrabalar ve hemen evlenen cocuklari. onlarin cocuklarinin cocuklari ve kutu kutu evlerde kutu kutu insanlar. farkli oldugun icin seni anlamayan, anlamamak bir yana yargilayan, kotu hissettiren bir suru goz ve dudak ve goz ve yanak ve agizlar soruyorlar neden diyorlar sana aaa olmaz oyle diyorlar sana ve sen orada olmadigin icin cezalandiriliyorsun cunku orada olsaydin onlardan biri gibi olurdun ve hep birlikte geceleri bulusup caylar borekler ve kekler esliginde okeyler, meyve tabaklari, ve iste ertesi gun.
takdir edersiniz ki bu yuzden, 10 gun sonra kardesimin dugunune gidecegim samsun'a bir kez daha gitmemek icin olu taklidi yapmak zorundayim. 
ama olsem bile o dugune gitmeliyim. 
cunku evlilik hayattaki en onemli sey. dogarsin, buyursun, okursun, buyursun, okul biter, is lazim, evlenirsin buyursun, calisirsin, cocuk yaparsin, emekli olursun, ve cocuklarin evlenir, ve olursun. hayat zaten boyle bir sey. neden insanlar birbirlerini bu girdabin icine cekme konusunda cok hevesliler, asla anlamiyorum.
aklimda denizin uzerindeki siyah bulutlar ve yanak tokatlayan ruzgar. bazen bir elin parmagini gecmeyecek sayidaki arkadasimlarimdan biri ile ama genelde tek basima yurudugum atakum sahilinde kendimi mutemadiyen yalniz hissettigimi zamanlar ve tempo dergisindeki bir yazı ile kesfettigim brit pop. ergenligim, butun ataturk heykelleri ve yalanci bir cumhuriyet sikintisi ile beslenen bu aptal aptal aptal otesi sehirde, ya da  17 yasimda terk ettigim odamin cekmecesinde, hala israrla calisan bir sony walkman'de. 

No comments:

Post a Comment