Wednesday 7 November 2012

gitmemis.

sokagin kenarindan gecerken fark ettim ki her sabah kose basinda duran yasli simitcinin yerinde yeller esiyor. simitlerini koydugu arabasina zincirledigi plastik beyaz sandalyenin sirt kisminin yarisi kirilmis ve cam bolmenin zeminindeki gazete kagitlari coktan sararmis. asiri merak ettim adama ne oldugunu. hemen karsisindaki kunduraciya sorabilirdim pekala. ama henuz dukkaninin kepenklerini kaldirmamisti ve benim ise ise gitmem gerekiyordu. ertesi gun evden biraz daha gec cikacagimi dusunerek bugunun isini yarina biraktim ve kok salmis gibi durdugum simit tezgahinin yanindan sanki hicbir sey olmamis gibi hizli adimlarla ilerledim.
ertesi sabah kosarak merdivenlerden indim. kunduraci amcaya dogru emin adimlarla yurudum.

merhaba, kosedeki simit satan beyfendi artik neden yok?

diye sordum.

once yuzume garip bir ifade ile bakti. sonra da yolun karsisina gozlerini dikti ve sag elini havaya kaldirarak simitciyi selamladi.

geri gelmis, dedim. ama icimden.

Wednesday 10 October 2012

isa genzken's rose

merhaba, bugun aklima leipzig messe'deki bu heykel geldi. bundan bir tane de new museum'un orda varmis. onu gormedim. ama gormek isterdim.
sonra bugun aklima baska seyler de geldi yuksek ates yuzunden. mesela lazca'da izmoce ruya demek. ve gunlerdir kendi kendime izmoce deyip duruyorum. nedense lazca degilmis, sibirya'da konusulan bir dildenmis gibi. cocugum olursa adini izmoce mi koysam. uff olmaz izmo derler simdi cocuga. :/ sacmaladikca sacmaliyorum. uzerime biri oturmus gibi. asiri uykulu bir haldeyim ve gozlerim cok aciyor. uyusam gecer gibi ama aslinda gecmez bilirim. damagim kuruyor. burnum kanayacakmis gibi. 
ates kafasi bambaska vallahi.  

Monday 8 October 2012

mavi tukenmez kalem govdeli turuncu pofuduk agac

aklima surekli ayni desen gelip duruyor. mavi tukenmez kalem ile cizilmis bir agac. dallarinin ucu goz gibi bitiyor. ustteki podufuk kismi ise turuncu kuru kalem ile boyanmis. ve iste o kadar. nerde gordugumu hatirlamadigim bu deseni cizmek icin tek yapmam gereken sey cesaret. hayatta ihtiyacim olan tek sey olan cesaret.

Sunday 7 October 2012

uzakta

yanindayim, yanindayim. cok yakininda. birlikte gecirecegimiz basbasa bir pazar gunu hayali kadar burda olsaydin paris umrumuzda olmazdi diyecek kadar bence artik gel ve bir daha gitme

Monday 1 October 2012

durum cok acikli.

kendi hayatinda her seyi degistirirken, baskalarinin hayatinda hicbir seyin degismemesini istemek. altinda korkaklik yatiyor sanki biraz, ve buyuk bir bencillik. gittigin yeri begenmeyip dondugunde biraktigin her seyin ayni kalmasini istemek ne garip bir sey.

Thursday 27 September 2012

recordion

anlatiyorlar da anlatiyorlar. konusuyorlar, susmuyorlar. dinliyorum da dinliyorum. oyle salak salak suratlarina bakiyorum. kimse sen anlat demiyor. uykum geliyor. esnemekten olucek gibi oluyorum. esnememek icin kasiyorum kendimi her defasinda. cat diye basim masaya dusunce de bakakaliyorlar bakakalar.

Tuesday 25 September 2012

palindrome of a day.

after 8 days of seperation, i welcomed the day with the coffee he made before i open my eyes, again.

Sunday 23 September 2012

“We would be together and have our books and at night be warm in bed together with the windows open and the stars bright.” - Ernest Hemingway, A Moveable Feast

Wednesday 19 September 2012

yazmasam catliycaktim.

butun gun salak gibi o bahsettigi kisinin kim oldugunu dusundum durdum ve tabii ki de hislerim beni uzun zamandir yaniltmadigina gore , tahmin ettigim kisi. ay bi fena oldum, nedensiz yere, cok acayip geldi. bir kac an belirdi hafizamda. hatta tabiri caizse simsek gibi caktilar. sonra i'nin neden oyle demis olabilecegini de hadiseye ekleyince sanki taslar yerine oturdu. ama taslar yerine oturmasin istiyorum. :( artik bu hissetme halleri gecsin, basima ne geliyorsa saykik olmaktan geliyor. bana ne baskasinin gecmisinden, ebesinden ve hatta geleceginden yahu. COK BASİT HEMEN CEVAB VEREYİM. cunku insanlari olduklari sey yapan olaylar uzerinden degerlendirmek gibi DENYO bir aliskanligin var. halbuki her sey cok desigken ve kisiler de her an bambaska olabilirler. kendine gel salak kadin. hadi lutfen pazartesi olsun ve ben de bu arada regl olmus oliyim. biktim asabi oldugu kadar hisli de olan panda gibi yasamaktan. pazartesi gelsin. hemen.

Tuesday 18 September 2012

yagmurlu bir gun.

bugunku ruh halim kesinlikle bu. useniyorum. dusunmek istemiyorum. tek istedigim sey, karmasanin hemen gecmesi. her sey kendi kendine oluversin. birileri hazirlasin "su guzel ortami" lutfen. ben de gidip icine oturuveriyim. tercihen guzel bir koltuga. elimde kumanda, uzerimde battaniye.  ufak tefek dekorasyon islerini canim istediginde yapabilecegimin guvencesi ile gerinmek istiyorum.
yanlis anlamayin, serzenisim simarikliktan kaynaklaniyor.

Monday 17 September 2012

genoa portofino cinque terre

geliyoruz, bekleyin bizi. sonsuz gulucuk. birazdan okay'in elcegizi ile atiklari donusturerek yaptigi defteri acacagim ve dunyanin en harika ask siirini yazacagim.

Friday 14 September 2012

raise your standards

“Any time you sincerely want to make a change, the first thing you must do is to raise your standards. When people ask me what really changed my life eight years ago, I tell them that absolutely the most important thing was changing what I demanded of myself. I wrote down all the things I would no longer accept in my life, all the things I would no longer tolerate, and all the things that I aspired to becoming.”

- Anthony Robbins

Wednesday 12 September 2012


“The smell of her hair, the taste of her mouth, the feeling of her skin seemed to have got inside him, or into the air all around him. She had become a physical necessity.”
George Orwell1984

Sunday 9 September 2012

allaha inanmiyorum ama bir SOPA var.

bazen dusunuyorum da, gelecegin sanat tarihi icinde yasiyorum. cidden, etrafimda donen konusmalar, taniklik ettigim butun hadiseler, durumlar, her sey cogu zaman kayit edilmesi gereken seyler. bunu bugun weinmeisterstrasse'deki kafede otururken daha da net anladim.
sonra dusundum de bazen isbu sanatt dunyasi icerisinde taniklik ettigim durumlari cok fena bir sekilde elestiriyor ve anlamsiz buluyorum ya cogu zaman, aslinda bayagi sacmaliyorum.
cunku gercekten de ne olursa olsun, saldiri ve sarkazm vs. bir yana, sanat ya, sevgiden sonra dunyayi yasanabilir kilan tek sey. sordurdugu sorularla veya verdigi hazla. vs. vs.
ve oyle ya da boyle benim hayatim da pekala sevgi ve sanat uzerine kurulu.
gercekten bazen cok ayib edebiliyorum hayatima karsi.
acilen hayatimi degersizlestirme ozelligimden kurtulmam gerek. ne gerzolar kendilerini bir seymis gibi yapiyorlarken ozellikle.
bayagi guzel bir hayatim var cunku. oyle soylemekle olmaz, elbette biliyorum da, iyi bir insanim. kimsenin kotulugunu istemiyorum. fakat budalalarin, zararli bencillerin ve kotu niyetlilerin neden olduklari butun negatiflikle eninde sonunda yuzlesmesi gerektigine inaniyorum. dogruya dogru. uzmemeye ozen gosteriyorum. kimseyi karanliga suruklemiyorum. sevebiliyorum. seviliyorum. guzel arkadaslarim var. bir cok onemli seye taniklik ediyorum. handle edebiliyorum. kimsenin hayatina comak sokmuyorum. sanatin ve sanatcinin dostuyum. okuyorum. merak ediyorum. iskembeden atmiyorum. ozentilik yapmiyorum. kiskanmiyorum. ustelik de komigim. degil miyim yoksa ya yapma ya :/ hasbdjaba.

Wednesday 5 September 2012

erotik gercekcilik.

neticede kahvelerin sogumasi.
her gun iki kahvenin bu sekilde ziyan olmasi.

Friday 31 August 2012

bir dususun hikayesi

kosarak karsidan karsiya geciyorduk
tramway yolundaki zincirin havalandigini hissettim
topugum takildi ve sanki gokyuzunun sinirina degmistim, o denli yukselmisim gibi geldi, ama bir yandan da yanilsama oldugunu biliyordum
fakat yere cakilmam cok hizli oldu
sol elmacik kemigimin yerle temas ettigini hissettim
bir catirdi duydum, gozlugumden gelmis olmali
basimin icinde cam sise patlamis gibiydi, cok ama cok korktum
hayatimin en guzel gunlerinde olecegimi sanip daha da panik oldum
dizlerim cok acidi ve sol elimde bir catlak var sanirim dedim icimden
hala nefes alamiyordum insanlar baktilar, insanlar donup donup baktilar hatta
cunku dugune gidecektim ya, tulden krem rengi bir elbisem vardi
boyle bir insan nasil duserdi, inanilmaz bir manzara sanki
yanimdaki insan beni bir basima birakip gitti bir anda
iyi misin dedi ve hafifce basimi sallayinca, tamam, ben sunu ariyorum o gelir ilgilenir senle dedi ve gitti oha dedim insanlar ne enteresan, gec kaliyormus, kesin dustum diye ugrasmak istemedi
arkasindan inanamayarak bakacak takadim bile yoktu
ustelik hic de sasirmadigimi fark ettim bu hareketine, cok tipik, cok ama cok tipik
zorla kendimi cimlerin ustune attim
basimi dik tutamiyordum, devrildim
bir yandan bacagimdan akan kanlara bir yandan gokyuzune bakmaya calisiyordum
boynum agridi
bir kadin daha geldi, hamile, yardim ister misin, gel seni hastaneye gotureyim dedi
o anda aglamaya basladim
ben yok olmak istedikce bir suru insan etrafimda toplanti bir anda
kadin gozyaslarimi sildi, icinde bebek olan gobegini vucuduma dayayarak sarildi
bir sure durduk
o kiyafetler icinde ve dudagimda kirmizi rujlarla orda oluverdigimi hayal ettim
sanki hic yasamamisim gibi bile hissettim
sanki aslinda plastik bir oyuncak bebekmisim ve findikli parkina atilmisim gibi
arkadas z. ozger gibi bok yoluna gidiyorum sandim
allah kahretsin ki arkamda biraktigim siirlerim olmayacakti
hala nefes alirken cigerlerim aciyordu, beynim zonkluyordu
sevgilime uzuldum, yazik donmek icin saatleri sayiyor, oldugumu ogrenirse ne fena olur cocukcagiz daha doyamadan elleri bombos
yine aglamaya basladim ve bir anda olmemeye karar verdim
olmeyi beni gormek icin saatleri saymaktan vazgececegi gunlere sakladim
saka saka

fani dunya valla.

Monday 27 August 2012

erkegim, kadinim ve yarragim.

hayatta anlayamadigim ender kafalardan biri, kadinlarin sevgililerine 'erkegim' muamelesi cekmesi. bu sebebten oturu sezen aksu'yu zinhar sevmem. cok samimi bir sekilde soyluyorum ki, erkegim diyen kadin agir denyodur, tipki kadinim macolugu yapan adam gibi dombilidir. ve maalesef bu insanlardan cok var. sevgililerine cinsiyet uzerinden iyelik eki takarak nara atan butun bu insanlar, aman yarabbim ki her yerdeler. dibimdeler anasini satiyim, arkadaslarimin kollarindalar, internetteler, vesaireler. sevdigi nesneye iseyen kopekten bir farklari yok. sanki o geleneksel dunyaya ait degilmis gibi yapip, gelenegi asil besleyemelei ile dalga gecilmeyi hak ediyorlar. satir arasinda errrkegimcilik ceken butun kadinlar, yikilin karsimdan, o hipsterlik, aman efendim marjinalliklariniz sokmez, denyonun onde gidenisiniz.

Wednesday 22 August 2012

bildigimiz seylerden biri.

seni ruyamda gordum. senin evinmis gibi bir yerde kanepenin kosesindeki kolcaga kolunu koymus oturuyorsun. avucunda yerde oturmus o kolcaga kafasini yaslamis bendenizin kafasi var. cenemi avuc icine dayiyorum. diger elinle zaman zaman saclarimi oksamayi ihmal etmiyorsun. karsimizda ikimizin de cok sevdigi bir arkadasimiz oturuyor. her sey cok normal. uyandigimda seni cok merak ediyorum. acaba ne yapiyordun, ne kadar uzun zaman olmustu, tek kelime etmeyeli. halbuki eskiden ne cok severdik birbirimizi. kimseye anlatamadigimiz seylerimiz vardi. birbirimize yaptigimiz kucuk surprizler ve daha neler neler. sonra birden sen de ben de kopuverdik. sanki icten ice birbirimize hep deger verdigimizi bilerek hayatlarimiza devam ettik. bir an sabahin korunde mesaj atayim diye dusundum. durup dururken neden seni gormustum ki ruyamda, bunca sene sonra. sonra bir saniye icinde bilincdisimi dokuverdim tuvalete. ne gerek var dedim. cunku biliyorum ki mutlusun, iyisin. ben de oyleyim. sen de biliyorsun bunu. ustelik bu hic konusmadigimiz ama bildigimiz seylerden sadece biri. biz konusmadan bile sevebilirdik birbirimizi. oyle degil mi?

Thursday 16 August 2012

time falls.

to be honest, it is like i am living someone else's life. and this new person is very certain about the things in her life. she is hungry for everything. she wants to learn and dance and smile and run and love like a child. she is full of energy. sometimes i can not follow her. i just sit and watch her doing everything i want to do. and i see myself adoring and hating her at the same time. she is so cruel and strong. she can do anything for her happiness. i love watching her forgetting her past. but deep inside i am still former me. when i sleep or when i listen to a song, everything comes back for a minute. at that moment i want to cry and hold a tree i know before. kissing his gentle fingers. sleeping under his branches. remembering the things once i had makes me sad. i want to cry so so bad. i want to see all those tears on my pillow. the pillow i am not using anymore. but i can't cry. i have no tears left. i forget to cry. it's like dying. my past and the dreams i had disappears. as if they never existed. i think i am dying but on the other hand if was not dying this way, i would die other way.

Tuesday 14 August 2012

kor-el-les-me

aniden kor oluveriyorum. ekrana bakarken, kitap okurken, her sey cok normalken. kimse aciklayamiyor. hipermetropum astigmatimi korukluyor ama cevap o degilmis. tamam gormek istemedigim cok sey var hayatta da simdi degil yani. yazmam gereken seyler var. bana gozlerimi geri verin, cok rica ediyorum tanrim.

Thursday 9 August 2012

gunun sarkisi, onceki gunun de.


insan sarki soylerken kalp krizi gecirip de olur mu be mark sandman? hayatimda bundan daha karizmatik olum sekli duymadim.

Wednesday 8 August 2012

david foster wallace'a olan bitmek bilmeyen sevgim ve agustos'un en sicak gunu.

gunun quote'u: “Because we’ve been lied to and lied to, and it hurts to be lied to. It’s ultimately just about that complicated: it hurts. It denies your respect for yourself, for the liar, for the world. Especially if the lies are chronic, systemic, if hard experience seems to teach that everything you’re supposed to believe in’s really a game based on lies."

Thursday 2 August 2012

karakterler ve bilirkisiler.

her gecen gun karakterler daha da iyi oturuyorlar oturmalari gereken koltuklara.

mesela bir kadin var, henuz hayatinin cok basina, buyumek icin kendini zorladigi o sacma sapan yillarinda. kolajdan bir hayat yaratmis kendine. cocukluk yillarindan kalma bir can sikintisinin sonucu bunlar. okudugu her satirdan, dinledigi her muzikten etkileniyor. begendigi her kadindan parcalar yapistiriyor uzerine. hoslandigi erkeklere giden yollarda kendini bulabilecegini saniyor. butun o kadinlarin sevdigi adamlari sevmek icin can atiyor. ozenmekten aslinda kendisinin ne oldugunu, ne olacagini sorgulamiyor cunku gelecege oynuyor. saniyor ki kendini gelecek guzel gunler icin insa ederken hayalindeki mukemmel kadina ulasmak icin atacagi her adim mubah.
buyuk ahmaklik.
cunku baskasinin sevmekten vazgectigi adamlar ona istedigini veremeyecekler. o, herkesin sevmek icin can attigi adamlarla birlikte olmali. herkese ragmen benle birlikte demeli.
bir insan nasil boyle korkunc bir ego insa edebilir. ve insa ettigi egosunu baskalarinin egosunun taklit parcalari ile ayakta tutabilecegini dusunebilir.
can sikintisi ve yanlis zekanin kurbani kolaj kiz, romanimda cok hos bir yerin var.

Tuesday 31 July 2012

last day of july. (allahima sukurler olsun ki)

sevgili gunluk, hayatimi uzerine aglayarak gecirdigim beck'in sea change albumunu, ve hatta ogur ogur geberdigim lost cause isimli sarkisini dinlerken bile bir ferahlama hissettigim yasa gelmis olmanin hakli gururunu gogsumde tasiyorum.

az once naneli seker yemisim gibi, buyumek guzel sey.

Sunday 29 July 2012

art of living.



sicaktan uyuyamadigim icin sabaha karsi salona gecip klimayi actik. icerisi soguktu ama yine de gunesin parildayan rengi canimi sikiyordu. sonra dedi ki imc'ye gidip koyu bir seyler alacagim pencereler icin ilk firsatta. iceriye al bence, orasi daha onemli, dedim. zaten orayi kast etmistim dedi ki yerim.

Thursday 26 July 2012

boyle de bir sey varmis hayatta. skandal.

garipsemiyor degilim. iki gunde bir her sabahin korunde kahve icip bidibidi konusmak, gulumsemek ve sarilmak, ne iyi ettik de yaptik demek alisik oldugum seyler degil sonucta.
yillar boyunca kendimi ne kadar kasmisim megerse. halbuki birakiverince her sey kolayca akip gidiyor. inat etmeye, zorla diretmeye luzum yokmus. olmayinca olmuyor ve olunca ise oluyormus.  koskoca yalan balonunun icinde gecirdigim onca yil, hey gidi, sevildigini hissetmek ne kadar tatliymis.
birlikte uyumak, uyanmak, sevdigini bildigi seyleri hic dert etmeden karsina cikarmasi, seni sevindiriyor olmaktan mutlu olmasi ne kadar insani seylermis. yillarca nasil kendimi bunlardan mahrum birakmisim. sanki hic degerim yokmus gibi, en ufak tahrikte ittirilen  ve hevesi gecince geri donulen, yo-yo misali, nasil bu sacmaliga izin vermisim senelerce. kalbimin bu denli kirilmasina, saygisizliga ve milyonca yalana nasil maruz birakmisim kendimi. nasil oyle bir seyi kaderim sanmisim. nasil da cok pis bir sekilde yanilmisim.
yani gercekten de, the greatest thing you'll ever learn is just to love and be loved in return kardeslerim.

Sunday 22 July 2012

a very exciting and nostalgic post: shut up and play the hits.

2 sene evvel berlin music festivalinde lcd soundsytem konserinde ne kafalar abi diye etrafima baktigim gunu hatirladim az once shut up and play the hits'in tailerini izleyince.

thousands and thousands of people, mostly high on drugs, were dancing like robots from the future and i was standing in the middle of them and looking at the stage and watching the incredible james murphy.  

i was surrounded by music and lights in a very very emotional way. and that was a really big experience not only for me, for everybody. the gig started at 11 pm or something like that and after 10 minutes of crazy dancing, people acted as if they were the small parts of a big cell floating on space. 

germans always do that! they like to be a part of a big thing. they always serve for BIG things. 

anyway, that was the one of the greatest nights of my life. 

i felt the music in my stomach. smoked things with a german boy and discussed about creativity as a tool of happiness like about 3 hours and laughed a lot since i was the funniest person ever! 

one of the moments i am recording to this blog that i want to tell to my grandchildren. 

and hey, really, if it is a funeral, let's have the best funeral ever.




Tuesday 17 July 2012

tatli hayat.

and then, i suddenly found myself in love again. everything feels really soft and significant and FUNNY. sanki tanri lutfetmis ve yeter cektigin, al sana demis gibi. ya da bir hollywood yonetmeni, H İ C F A R K E T M E Z. sanki jim morisson love street sarkisini benim icin yazdi ve hatta SANKİ bildigin cok mutluyum ABİ. hayatta asla boyle boyle hissedebilecegim aklima gelmedi. all day long, sikimden asagi kasimpasa.

Monday 16 July 2012

cehennem sicaginin yeryuzune indigi bir gunde seni sevmekten sonsuza kadar vazgecmistim.

Sunday 15 July 2012

uc e. e. cummings

1. listen: there’s a hell of a good universe next door; let’s go. 2. to be nobody -but- yourself- in a world which is doing its best, night and day, to make you everybody else- means to fight the hardest battle which any human being can fight; and never stop fighting. 3. maggie and milly and molly and may went down to the beach (to play one day) and maggie discovered a shell that sang so sweetly she couldn't remember her troubles, and milly befriended a stranded star whose rays five languid fingers were; and molly was chased by a horrible thing which raced sideways while blowing bubbles:and may came home with a smooth round stone as small as a world and as large as alone. for whatever we lose (like a you or a me) it's always ourselves we find in the sea

Tuesday 10 July 2012

as the world forgets you

synecdoche, new york hayatimin mihenk taslarindan biridir. bu filmi ilk kez izledigim 2009 yaz basindan beri ogrendigim en onemli sey, gercekten ama gercekten, cok derinden ve en saf haliyle, insanlarin birbirlerini sevemedigi idi. her an etrafima bakiyordum, insanlar sevmeyi beceremiyorlardi. bunun icin bir suru mazeretleri de vardi ustelik: yalanlar, dolanlar, aldatmalar, kandirmacalar, bencillikler, vs. bu mazeretleri, turlu kucuk oyunlar olarak her an her yerde oynamaktan ve izlemekten bikmamalari da cabasiydi. garip bir zevk aliyorlardi. sonrasinda hic inanmak istemedim ama cok dusundum. kendime sorular sordum. yaniti surda buldum: belki de gercekten ama gercekten sevmek, insani bir ozellik degildir. ve bunu basarabilenler, yargilar koymadan, suclamadan, sicmadan, batirmadan, kaypaklik yapmadan, uzmeden, uzulmeden sevmeyi basarabilen uc bes kisi BELKİ DE insan degildir aslinda. belki de insan olmak cok guzel bir sey degildir, ne dersiniz ha?

Saturday 7 July 2012

cunku

herkes kapilara, bacalara kilit vuruyor ve yaklasan firtinadan itinayla cekiniyordu ama o, bir garip ozgurluk ruzgari ile kuzey sahillerinde savrulup durmayi tercih ediyordu.


Wednesday 4 July 2012

madem oyle.

biz sizden ne cok gorduk, neler yaptiniz durdunuz da sonunda bize bir sey olmadi: olsek bile birbirimizi buluruz.

yaptiginiz ettiginizle kaldiniz, biz de sonunda birbirimize sarildigimizla. zaaflarimiza kurban olup durduk bazi gunlerde ve pek cok gecede. ama nafile.

simdi size bunlar cok anlamsiz gelecek, hirstan catlayacak ve zafer naralari atacaksiniz, kulaktan kulaga fisildayacak, yalana dolana dolana mahvolacaksiniz.

kendinizi bir bok sanacaksiniz bize dokunabildiniz diye. aklimizi celebildiniz diye. vesaire.

fakat sunu biliniz ki hanimlar ve beyler, bizim yatagimizin ustunde yatabilen olmadi.
bizim mutlulugumuzun ustune insa edilmeye calisilan hicbir bina saglam duramadi.

Friday 29 June 2012

teyze ve amca yanyana, makineden camasirlari bosalttilar bir sure. deniz suyu bozmuyor mu makineyi sorularim askida kaldi, gerceklerle yuzlestim: "eskiden dunya aslinda bir dagmis ve bu dag cok buyukmus, cani sikilan insanlar durup dururken onu ikiye bolmus, parcalarini denize dokmus, ustunde tepinmisler gece gunduz. deniz dram yasamis, sabrin sonu selamettire varamamis, belki giderler demis ama gitmemisler. ne yapacagini kestiremeyen deniz alttan alta calkalanmis da durmus ve bir anda gozu donmus, ustune dokulen her seyi yutmus. insanlar cil yavrusu misali dort bir yana kosusturmus. lanetli burasi demisler, dagin diger tarafina gitmisler. fakat gittikleri yerde butun korkuncluklarina devam etmekten vazgecmemisler. bulduklari her delige girmisler. sevmeyi bilememisler. sevgisizlikten olenler olmus tabi. bu esnada cok garip bir tarikat kurulmus. isbu tarikata inananlar, her gece saatler 2'ye geldiginde yuzlerce isigin kesistigi o noktada bulusurmus. burada sessizce beklerler, ertesi gun varolabilecekleri enerjiyi yuklenirlermis. durumu fark edenler, tarikattakilerin gozlerini oymaya baslamis. sevdiklerine tecavuz etmis, evlerine sinyaller yollamis. tarikat mensuplarinin cogu delirmis. bazilari intihar etmis. dunya gorebilecegi en buyuk karanliga girmis. aydan baktiginda gorulemez bir halde, galaksinin icindeki en berbat seye donusmus. asirlar gecmis. kotuluk seviye atlamis, dogar dogmaz olen bebeklerden motifler yapilmis. taa ki, bir gun bu motiflerin yer aldigi muzedeki olu bebeklerin hepsi bir anda aglamaya baslayana kadar. o kadar cok aglamislar ki, cikardiklari ses herkesi sagir etmis. her seyi denemis insanlar, muzeyi yakmislar, olu bebekleri teker teker asmislar, ama nafile. kotuler sagir olunca dengeler degismis. olu bebekler iktidara gelmis. daha cok olu bebek daha guclu olmak demekmis. iyilerin hepsi kotuler gitsin diye olu bebekler dogurmus. bir cok anne kendini feda etmis. olu bebekler ancak kotu insanlari zindanlara tiktiginda susmus. cok uzun bir yolculuk baslamis. tarikata inananlarin sayisi artmis, yuz yil sonra hafif hafif varligini hissettiren isik kendini tam olarak yeniden gosterdiginde, dunyanin diger yarisina yolculuk baslamis. kabus dolu diger dunyayi unutmak icin senelerce yurumusler. bir zamanlar kotu insanlarin mahvetmeye calistigi deniz kenarina geldiklerinde huzura ermisler."

Tuesday 19 June 2012

merhaba ergen stalker

ben cok kucukken bile o kadar cok aglarmisim ki bir gun bu duruma dayanamayan annem beni kucagindan yere atmis.

Friday 15 June 2012

3 days without any sleep.

oh and oh. it's just started with absolute nothing.

her daim uyku problemlerim olmustur. bu yuzden vay basima gelenler serzenisleri ile degil, gayet de eglenerek su an icinde bulundugum son insomnia tecrubemi sana kaydetmek istiyorum sevgili gunluklerin en krali, sana bir isim versem adin ne olurdu acaba?

ama once iki saat once beyoglu is merkezinden bes tl'ye aldigim ve eve doner donmez ilk is uzerime gecirdigim topshop tisortu  cikaracagim ve bohhh yani yikanmamis tekstil kokusu igrencsin. 

evet, ne zaman basladigini tam olarak hatirliyamiyorum ama son bir aydir erken uyanmalardan muzdarip bir kimse oldugum icin basima bunlarin gelecegini hissediyordum. 

iki gecedir gozume bir damla bile uygu girmedi. ucuncu geceye keyifle kosuyorum. su an hiperaktif evremdeyim. bu coskunun ardindan genelde bir dibe cokus yasaniyor. fakat otuz yasima gelip de hala nasil uyumam gerektigini cozememek kalbimi kiriyor acikcasi. her zaman kafasini yastiga koydugunda uyuyabilen, alarm calinca caki gibi kesilen insanlara ozenmisimdir. ama bir yandan da sikici kisiler olduklarini dusunmusumdur. hadi canim sen de! kafani koyup nasil zort diye uyursun, hic mi derdin yok? diye dusunmusumdur de soramamisimdir, o ayri.

ote yandan, gecmis uyku kayitlarimda 18 saat kesintisiz uyuma gibi evreler varken yaslandikca nasil uykumu kaybettigimi anlayamiyorum. ama herkes oo yslaninca hic uyuyamiyacaksin dedigi icin kaniksadimdi da henuz cok gencim, affetmelisin. hicbir turlu beyin bosaltma (bu cok uyduruk bir ifade, beyin bosaltmak nedir ki, meditasyon mu, that makes me think about sleep again), ay valla kafana takma telkinleri hicbir ise yaramiyor. illa ki uyku hapi mi cakmam gerek. her sey bir yana, enteresan bir kafasi oldugu da asikar. beynin hem cok hizli calisiyor hem de sanki hic calismiyor lan. bu nasil oluyor? denge yitimi ve caprmalar ise sokaga cikmamak icin yeterince etkili. bir de moraran gozaltlari olmasa aslinda karizmatik bir sey bile olabilir diyecektim ki ekrandan yansimami gorup vazgectim.

bakalim bu gece de uyumazsam ne gibi sacmaliklara imza atacagim.
seni seviyorum gunluk. you are my only friend. 


Monday 11 June 2012

sendromlarim

bu sabah da her zamanki gibi geleneksel pazartesi sendromumu yasadim. ofise gitmemek icin yapmadigim halt kalmadi ama neticede gorece gec bir vakit olsa bile yine ofiste idim ve her zamanki depresyon sarkimi dinlemeye koyulmustum. t tatile gittigi icin yalniz basima daha da depresmistim.
klasiktir,
her pazartesi emekliligime ne kadar kaldigini dusunur, etrafimdaki yasli insanlara bakarak OMG derim. bugun de dedim ve fakat bugun bir de AMK ekledim arkasina zira bizim ofisteki yaslisi genci hepsi hayatindan memnun resmen. gencler tarz ve hirs yapmis, yaslilar yaslari vesilesi ile sahip olduklari makamdan memnunlar, bir kac yil daha cepleri doldururlar. AMK. ve hatta DABIL AMK.
bir benim o masada otururken hayati, gelecek gunleri, gidemedigi tatillerI, kopek gibi calistigi icin diger seylere ayiracagi vakitleri olmayan. sonra cok uzuldum, orton'u aradim. kahve icmeye gittik. arnavutkoy'e yuruduk. orada cekim icin bir eve bakmam gerekiyordu ve ne guzel bir semtimdi. sonra eve baktim, bu evi bana versene ya diycektim ev sahibi kadina. utandigim icin evin girisinde duran garip kirmizi heykelin kulagina fisildadim: abi baska isin yok mu burda dikilmissin dedim heykele. ev sahibi kadin duydu galiba. cok utandim. eve dondum. simdi de sali sendromuma hazirlaniyorum.

Tuesday 5 June 2012

write hard and clear about what hurts.

demis hemingway. adam hakli beyler deyip gecistirmeyecegim.
acilar ve acitanlarla ilgili yazmanin, cizmenin veya film cekmenin hep guldurmekten daha kolay oldugunu dusunmusumdur zira.
komik olan her zaman daha ustundur.
that's why we love funny people. but on the other hand funny people are assholes. laughter is mostly coming from the ass hole.

Saturday 2 June 2012

ibretlik tekrarlar

ne olursa olsun hep bir basina oldugu unutma. cunku insanlar islerine geldigi gibi davranir ve cogu zaman da yalan soyler. sen soyluyorsan basin sikistiginda, onlar niye soylemesin bi kere. 
in san lar hep ya lan soy ler. 
otuz yasina geldin, hala bu gercegi ogrenemedin. sevgililer, arkadaslar ve hatta anneler bile yalan soyler. bu yuzden hissettigin cogu sey aslinda buyuk bir yanilsama. ve aslinda butun o insanlar varken de bi-basinasin. sen ve koca basin. yapayalnizsiniz isbu galakaside sayin dearjune. 

Thursday 24 May 2012

berbat sehirden anilar 2

tarifi imkansiz bir anlamsizlik icerisindeydim. herkes ilk genclik yillarinin coskusu ile karsi cinsi tanimak icin elinden geleni yaparken ve sen kahkalarla gulerken, ben, sinifin ogretmen masasinin hemen onunde duran, kimsenin oturmak istemedigi o en on sirada, benden daha terbiyeli ve bir o kadar da caliskan, muhafazakar aile kizi, gelecegin cilgini ve yillar sonra tam zamaninda anne merve ile ayni sirayi paylasiyordum. merve'nin saclari her gun cok ozenle taranmis, yakasi tam kapali ve coraplari ise tertemiz olurdu. ben ise ara bir gorunus sergilerdim. kiravatimi biraz siksam merve, saclarimi biraz daha dagitsam hergele olacaktim. her sabah, uyandigimda usumemek icin yatmadan once giydigim annemin mis gibi deterjana bogdugu beyaz mus coraplarimdan biri ile uyur, bir sure kullanip sonra kendi basima okula giderim ben ya diyerek biraktigim okul servisimi ozleyerek yola koyulurdum. naylon corabin vucuduma yukledigi elektrik ile o berbat sehrin sabahina atardim kendimi. karnimdaki agri nedense baki idi. orta okul ikiden beri.

o sabah da birinci dolmustan inip sehrin tepelerindeki okuluma cikmak icin ikinci dolmusu beklerken, bir yandan cabucak gunlerin gecmesi diliyor, ote yandan olmek icin tanriya yalvariyordum. hava biraz sonra yagmur yagacakmis gibi davraniyordu. agaclarin yesilleri midemi bulandiriyor, sagimdan solumdan gecen teyzeler ve dedeler urkutucu geliyordu. deri ceketimi cikarip yere atmak, uzerinde ziplamak, yeter artik yeter diye bagirmak istiyordum ki bir anda igrenc yesili ile yuzlerce cocugun ve gencin kurbaga benzemesine neden olan uniformamin etek kisminda kurumus bir kan lekesinin oldugunu fark ettim. once cok utandim, ya dolmustaki herkes gorduyse diye dusundum, ardindan ise icimi buyuk bir korku kapladi. etegin kanli kismini yana cevirip ustune cantami astim. arka tarafinda neyseki kimsenin olmadigi dolmusa oturdum, araba kasise girip ciktikca yuregim hopluyordu. vucudumu ellerimle arabanin kismen asinmis koyu renkli koltugundan yukarida tutmak istiyordum, terlemek uzereydim ama usuyordum da. on bes dakikalik yolculugun ardindan her zamanki yol ayriminda indim. arkama bakmadan kosarak uzaklastim. ilerleyen yillarda kac kez ayni sekilde bir aractan kactigimi anlatsam gulerdiniz.

hizla kendimi okula, aslinda daha da net bir yere, sanki devler icin yapilmiscasina yuksek tavanli buzhaneden farksiz kizlar tuvaletine attim. birazdan karin agrimin beni benden alacagini ve saatler surecek bir olum oncesi yalnizliga mahkum olacagimi biliyordum. dolmus tekerleginin corabimdaki haline bakip hizli bir sekilde pedimi yerlestirdim. cantamdaki sivi sabunla elimi yikadim, agri kesicimi alip yavasca koridordan 10 - B ye ilerdedim. kapinin kenarindan merve'ye baktim. siraya coktan oturmus, defterlerini, kitaplarini ve kalemlerini ozenli bir sekilde yerlestiriyordu. gulumsemeye calistim, bembeyazsin dedi, regl oldum dedim. ah canim dedi. yavasca omzuma dokundu. saclarimi kulaklarimin arkasina soktu. bembeyeaz disleri ile gulumsedi. bu ders gecicek mi dersin diye sordum. elbette, istersen revire git dedi. gerek yok dedim, demez olaydim.

ertesi gun yataktan cikamadim. bir daha hic yataktan cikamayacagimi sandim.



Tuesday 15 May 2012

baskasinin oykulerini okumak da bir istir.

bu aralar sine ergun'un oykulerini okumaktayim. burasi tekin degil'i dun bitirdim ve bugun ise, bazen hayat'tan bir kac oyku okuyacak kadar vaktim oldu.
hayata dair incelikli gozlemleri olan insanlari, bilhassa da kadinlari seviyorum. ne istedigini bilmek degil de ne istemedigini bilmekle ilintili bir duruma surukluyor insanlari isbu incelikli gozlemler cogu zaman.
kendime ait bir bir kabuga cekilmek istedigimde de bu tip oykulerle karsilasmanin ruhuma farkli bir enerji verdigini soyleyebilirim.
bazi yazarlar sanki kendilerinden bahsediyormus gibi yazabiliyorlar ve bunun da iyi bir hikaye anlaticiligi oldugu asikar.
butun bunlar, yani biriken tuhaf enerjiler ve senin de anlatmak istediklerini anlatabilen insanlarin var oldugunu bilmek guzel. ama kiskanmadan duramadigim da bir gercek.
bugun seda, onceki gun kalbinin cok sikistigini, fenalastigini falan anlatti. onceki gun evde yalniz basima acaba bu aksam hangi filmi izlesem diye dusunurken ayni seyin benim basima geldigimi ona soyleyemedim. bu aralar birinin basina gelen seyin aa benim de basima geldi diyerek konuyu ben taraflarina cekmenin erdemsizlik oldugu gunleri tecrube ediyorum.
insan iliskilerimin ise her gecen gun daha da zayifladigi bir gercek. kendimi ifade edemiyorum. ifade etmeye calistigim ve ortak bir kumede kesismek icin debelendigim kisilerden cogu zaman cok uzakta durdugum ise aci bir gercek.
her gecen gun soyledigim her sozun, kurdugum her cumlenin anlamsiz oldugunu fark ediyorum. gun be gun, olume yaklasiyor oldugumla yuzlesiyorum ki bu aslinda sadece bana has bir ozellik degil. fakat nedense oyle imis gibi davraniyorum.
ofis hayatim her gecen gun daha da icinden cikilmaz aptal egosentik kadinlik halleri ile mucadele etmeye donustu. icine ittirmeye calistigim girdaptan hic hoslanmiyorum. tarihin tozlu raflarinda, aslinda baska seyler icin kullanmak uzere imal ettigim beton bloklari ozenle cikariyorum. her gecen gun disariya daha acimasiz bir tablo ciziyor, iceride ise daha da kirilgan bir duzeye sicriyorum.
insanin etrafini saran bir suru seyin, iyi ya da kotu fark etmez, zaman zaman uzaklasilmasi gereken seyler oldugunu dusunuyorum.
sokakta dahi yalniz basima yurumeme izin vermeyen ve beni taksilerle eve birakmaya calisan iyi niyetli arkadaslarim da bundan nasibini aliyor.
veya hayatta baska bir derdi olmadigi icin ofis koltugunda kimilmadan duruyormus susu veren butun o kadinlar, ve onlarin cocuklari icin sarf ettigi cabalar, her sey.
bazen bambaska bir sehirde, uyanma hayali kuruyorum.
bir gun berlin'de uyanmisim ve yetecek kadar param varmis. evimize cicekler almisiz ve aksam dumduz yollarda keyifle yuruyuslere cikmisiz.
gulen kizlar ve gul yanakli oglanlarin arasindan sevdigim dis cephelere bakmisim.
eve donmusuz, kikirdamisiz ve sonra sarilarak uyumusuz.
her sey gitmis ve bir biz kalmisiz.
iste butun bu oykuler ve hayatimiza ati her sey, icindeki cogu zaman cok ta derin olmayan butun o yumusak zamanlarla bize aitmis.
sonsuza kadar oykuler okumak ve hic o oykuleri yazamamanin acisiyla.
hayat, benim gozlemleyemedigim seyleri baskasina senaryolar yapmis. hepsi en guzel kapaklarin altinda karsima cikmis. gibi.
sevgiler gunluk.

Sunday 13 May 2012

b.b.n.n.

bugun anneler gunu. bizim ailede gelenektir. her anneler gununde once anne, sonra babaanne, akabinde anne yarisi teyze, ardindan ise penisi olmadigi icin baba yarisi olamayan hala ve amca kontenjanindan yenge sirasi ile aranir. her sene de ayni muhabbetler doner, maksat hatirlamak iste: dairisi senin basina kizimlarin ardi arkasi kesilmez. fakat bu anneler gununde babaannem beni ciddi bir anlamda ters koseye yatirdi. nasil hissetmem gerektigini cozemedim. kendimi, pazar gunu olmasi itibariyle bos olacagini bildigim mahmutpasa etrafindaki daracik sokaklara atip mahler dinleyerek izdirap cekmeye adadim. biraz fazla agladim, regl sagolsun. ayda bir sular seller, babaannenin 'zaten bu kadar yasamayi da beklemiyordum. cok bile yasadim' lafi kulaklarimda cinladi durdu. aglamaktan olmek istedim. ama istanbul'da hicbir sokak o kadar bos olamayacagi icin yutkunarak aglamami icime attim. bir ara yaslica bir adam yanima yaklasarak, guzel kokuyorsun dedi, kosarak eve dondum. uyumusum.

elli yildir ilaclarla ayakta duruyorum, biktim, dedi. babaannem cok genc yasindan beri hasta hasta yasadi. zor bir hayati olmus, o yuzden. simdi de oluyorum, yeter artik zaten, olmek istiyorum diyor. yapma, etme, eyleme bile diyemedim, asiri inatcidir. boyle dedigine gore bir bildigi de vardir. peki ben ne yapicam o zaman? en son sevgilim terk ettiginde hickira hickira aglamistim, yine oyle mi aglayacagim. ne yapacagim bana soylesenize.

cok ufak oldugum gunlerden birinde, uzaktan kuzenlerimden murat'in babaannesi olmustu. cenazesi evde, murat da babaannesini cok severmis. oldugu zaman babaannesinin sacindan bir tutam kesmis ve yaninda goturmus. babaannemin henuz dort yasimdayken bana bunu anlatmisti. etrafta irili ifakli bir suru kadin vardi. bir saga bir sola sallaniyorlardi. cenaze evleri o gunden beri beni bunaltir.






Wednesday 9 May 2012

allah bana cuvalla para ver

en fenasi da bu: sabahin korunde telefon konusmalari yapmak. ve ardindan korkunc bir anlamsizliga dolanip hala rutinleri tamamlamak zorunda oldugunu bilmek ve kendini ittirmek. kanirt ya resulallah kanirt ya kardes.

-alo. soyle boyle, boyle. isiniz olsun diye yani yoksa oyle boyle vesaire vidi vidi.

OYLE DIYOSUN DA BENIM HAYATTAKI ONCELIGIM SENIN GIBI ISIME DORT ELLE SARILIP BASKA DA HICBIR SEY DUSUNMEMEK DEGIL. TAMAM SEN DE HAKLISIN DA BENIM DE TUZUM HIC KURU DEGIL. BU ARADA BILIYOR MUSUN SENIN USTUN OLAN VE SENDEN DAHA AZ IS YAPIP DAHA COK PARA KAZANAN INSANLAR VAR. HA SON OLARAK bunu da HATIRLATIYIM ISTERSEN yo yo lutfen aglama HERKES KENDI KESESININ DERDINDE, sen de para kazanmak durumundasin, ben de, AGLAMASANA aglama be.




Sunday 6 May 2012

kill for love: chromatics do it better.

bes yil sonra cikardiklari kill for love isimli albumleri ile turlu sebeblerden oturu kendimi iyi hissetmedigim ve fuck it and just travel to a place that you've never been to modunda dolandigim son derece sicak ve turkiye tarihi bakimindan da ofke ile karisik acili kebab tandasindaki su gunde allah razi olsun mertebesine yukselten essiz grup chromatics ne yapmis biliyor musunuz? herkesin en sevdigi neil young sarkilarindan birini cover'lamis.
hey hey my my'in kurt cobain'in olmeden once dinledigi sarki olarak ve bendeniz yabani domuz,  insan iliskilerinde mutemadiyen sinifta kalan soguk nevale olarak tarihe gecmis bulunuyoruz. avuclarimi sikmaktan bir hal oldum, yeter artik.  lutfen yani gercekten al gulum ver gulum dostluklarin anlami nedir? nasil degerli buluyor insanlar bu kadar fena bir seyi ve sevgilerini o bana merhaba demediyse ben de ona merhaba demem uzerinden insa ediyorlar anlamiyorum. ya da gozden irak gonulden irakciklar, arayamiyor soramiyorsa aa cikcikciklar. i don't get it and i think i will never ever get it. because i can still love people even if i don't have time or courage or something to meet them. demanding olup terorize etme isine gimiyorum bile. kendi aramaz ama sen aramadin diye kiyameti koparir tipler hakkinda konusmaktan fenafillah.

bundan sonra ben de sira ile herkesi aa niye aramiyosun beni aaa aliniyorum ama aaa bundun sunu unuttun beni diye taciz mi ediyim. ne ediyim blog, sen soyle allahsiz. dipdibe yapisik olunca daha cok mu seviliyor. bir sure gormedigim arkadasimi daha az sevmiyorum ki ben. bu ne istir ya! ISYANIMIN ARDINDAN GIDIYORUM. ve ekliyorum:

sevgi anlayisinizi sikiyim. elalem kill for love diye album yapsin, siz de ay cok alinin.





Thursday 3 May 2012

very new art



do you have a narrotor?
who is your narrator?
is s-he a person who can tell your stories fluently.
how can you find a person who can tell your life artier than you?
do you have to construct your own narrator by yourself?
are you lucky to find a narrator who is not involved with you?
thats the new question of our times.
i need to use the right words.
using the right words and constructing the right sentences.
these are the things that construct the very new art.

Monday 30 April 2012

ruyalar gercek olsa mi bilemedim.

cok ama cok garip bir sekilde berlin'e kacisim gerceklesmisti. august str'nin turkovksy str ile kesisigi yol agzinin yakininda terasi bitkilerle dolu bir evde yasiyor, ustelik gecelikle sokaga inecek ve apartmanin onundeki hipsterlari dahi sasirtacak duzeyde enteresanliklar sergiliyordum. tanidik simalari basimdan salmak icin suratimda kendimi tokatlamama vesile olma ihtimali bulunan igrenc bir gulumseme takinmayi ihmal etmiyordum. ama sonra aksamina icimi bir sikinti basti. friedrichshain taraflarinda efkarlandim ve bir kac gunlugune dahi olsa, berlin'i terk etmeye karar verdim. ispanya iyi bir destinasyondu fakat dedemin soyledigi garip seyler buna mani oluyordu. sonlara dogru ustume kocaman bir efkar bulutu coktu. iyi hissettigim soylenemezdi.


Monday 16 April 2012

mide asidi ve tepkisel tutumlar

karsima gecmis oturmus goz bebeklerimi yakalamaya calisiyor. sanki goz goze gelsek ne olacak? butun varolusu ile nasil bu kadar midemi bulandirabiliyor acaba? 
pis olmamasina ragmen, pis geliyor. baskasinin hakkina goz diken ve insanlari somuren diger herkesin uzerine yapisan bir pislikten de farkli ustelik pisligi. 
konusmaya calisiyor surekli. kendini sevdirmeye calisan kediler gibi davraniyor. utanmasa ustume gelip surunecek. herkes beni sevsin kadinlari gibi, ama onlardan da fazlasi.
bir insana karsi nasil bu kadar tiksinti duyabilirim? bazen kendime cok sasiriyorum. hayatimda ilk defa boyle bir duygu ile ugrasiyorum. onyargi gibi ama tam da oyle degil. daha da fenasi. gercekten, bir an bile gormek, rastlasmak istemiyorum. ama haftanin buyuk bir kisminda gormek zorundayim. gecen onca yilin ardindan olusan bu igrenme nasil mumkun? attigi her adim, soyledigi her soz sonsuz kotuluklere aciliyormus gibi geliyor.
halbuki daha kotuleri, cok kotuleri, en kotulerini gordum. 
cogu seyi kisa bir surede umursamayabiliyorum.
fakat yine de onun her manevrasinda mide bulantilarima engel olamiyorum.

Thursday 12 April 2012

manipule sanatlari

bir insana istemedigi seyi yaptirmak, yapmak zorunda birakmak, yapmasi icin elinden geleni ardina koymamak, baski yapmak, yonlendirmeye calismak kadar korkunc bir sey olamaz.

defalarca basima geldi. istemedigim o kadar cok seyi yapmak zorunda kaldim ki. isin en fenasi, kurumsal ittirme degil de insanin yakinindakiler tarafindan zorlanmasi. bu kabul edilemez bir sey. elbette ben de yapmisimdir, farkinda olamadan yapiyorumdur da. ama inanin dikkat ediyorum. her sozumden once bir nefes aliyorum artik. bu yuzden belki de gecmiste basima gelenleri hatirladikca cildiriyorum. cunku insanin yakinindakiler en buyuk zindan. ve kimse zindanda yasamak istemez.

gecen hafta kardesimin dugunune gittigimde cok komik anlara taniklik ettim. yillardir gormedigim ve aslinda pek bir sey de paylasmadigim bir suru insan, uzaktan kuzenlerim vesaire, bana trip atiyordu. hayirsizmisim, aramamisim, sormamisim. ilk uc sok dalgasindan sonra karsima cikan dorduncu kisiye sen sanki aradin yarragim diyebilmeyi basardim. altinci kisiye gelince de yani seninle su hayatta ne paylastik ki, neden aramaliyim anlamadim diyebilmeyi de ogrendim. kim kime neyin tribini atiyor. kaldi ki bir cok arkadaslik da zaman asimina ugrayabiliyor. cunku ya biri yerinde sayiyor, ya farkli yone gidiyorlar, ya gercekten birbirleri icin anlamli olmadiklarini idrak ediyorlar. ve bu cok normal. hayatta ve antik yunan'da degismeyen tek sey degisim degil midir. zaten, orta bir felsefe kitabi da gotune girsin.

baskasinin triplerini cekemiyecek yasa geldigim icin cok mesudum.


Wednesday 11 April 2012

vernikli hayat bariton ses 1

her sey beni guldurmesiyle basladi eskiden bir tarihte
kizlar ve erkekler henuz tam bakamazken birbirlerinin gozlerine
iste bu sehirde
gondere cek bayragi
bustleri boya, kis geldi kestane kebap
calis dedi babam, oku dedi, buyuk ol dedi babam gozleri mavi
aldi uc parayi dolledi on uc parayi gordun mu en cok parayi
isini bileceksin dedi babam ve rahat vermedi evimize hicbir daim
yapti, satti, evimiz yok, en guzel mobilyalar bizde derdimiz cok
kat ustune kat tasindik
oys'ye girdik de mi asindik
calis, su ic, calis dedi
paran olunca her sey de senin hicbir sey de
tepelere kurduklari fakultelerde
geceleri biyoloji okudum
her uc ayda bir hangi yataga dokundum
ruyamda kim var bilemem
elmalari dilimle uc kisiyi besle dedi
tuvalete girip osurdu
sicmadi ki osurdu
sabaha kadar guldum, asik oldum, is bitti
evlen dedi babam, sonucta her sey bizimdi
naif ali kocam ise, cocugum yolda rahimden cikmayi bekler
oturdugumuz dairede butun anneler, dedeler, eltiler
burnumdan kaydi diktortgen gozlugum ince metalden cok kadim
yaglandi burnum yaslandi ruhum nerdesin ey torpil
ozgur dedi buyk ol, boynum kildan ince gormedi
kaslari pismaniyeden beter babam benden ne cok sey bekledi


kuzenim ozgur'e.




Sunday 1 April 2012

another monday society: a poem from sociology of methabolism

i want to smash everything up and burn the very small little germ of this so called well-fare state made of cement and some pathetic thought but i give up since up i am lazier than the others.
then you find the courage to fuck me very carefully via taxes which are the reasons of some trade cycles that i am never a part of.
take my wallet, don't kill me.


Wednesday 28 March 2012

tasrada brit pop keyfi

sene kac? hatirlamiyorum. doksanlarin ilk yarisini devirmisizdir. her sabah surune surune yataktan kalmak en buyuk iskence. ve elbette kufrediyorum: sehrin tepesindeki samsun anadolu lisesi'ne. atakum'dan kalkip gitmek icin iki vasita degistirmek gerekiyor. ve bilhassa regl oldugum o gunlerde bunun nasil bir iskence oldugunu hatirladikca su an bile urperiyorum. 
kareli etegim, lacivert ceketin ustune giydigim deri pilot ceketim ve ben. meydanda iniyor, o zamanlar okulun arkasinda catir catir calisan samsun havaalanina giden minibuslere biniyordum. tipime baksana. hangi amacla insa edildigi belli olmayan bir cumhuriyet meydanindayim ve burasi got kadar bir yer cok afedersiniz.
yine de ilk 1 mayis'a burada katildigimi dusunmek, sirf okuldaki yakisikli solcu abiler yuzunden, ve o meydana kimsenin gelmesi ve 50 kisi kalisimiz. her aksam okul cikisi, ciftik caddesini kesen sokaklardan birinde konumlanan kafeye gidip iki uc aforizma ile solcu olabilecegimizi sanmamiz. eve gec gidiyorum diye babamin kizmasi. o kadar kizmasi ki, o kadar kizmasi. bir hafta hic konusmamistik. bir hafta haber vermeden eve gec geliyorum diye. 
bu sehirden kurtulmak icin neler verilmezdi ki. hayat, ciftlik'te turlamak, kelepirden, sakallidan ve dunya kitabevinden kitap almak, pasajin icindeki hippimsi abiye kaset cektirmekten ibaret. 56'lardaki gazetecinin onunde duran telden seyin arasina sikismis calinti dergisi veya bir roll, kac kere yagmur yemis olmasina ragmen cok degerli. 
resmen,  iskender olmayan iskenderimsi doneri yemenin en buyuk hobi oldugu bir sehirde buyuk izdiraplar icinde buyudum. 
hayaller kurmaktan baska, gelecegi cagirmaktan baska yapabilecegim bir sey yoktu. 
gelecegin hizla bana dogru kostugundan habersizdim.
ve iste simdi o gelecekten, her gecen gun daha da silinen anilarima bakiyorum.
anilar siliniyor ama hisler katiyen silinmiyor. 
samsun'a dair hissettigim korkunc yalnizlikla ve bekleme hali ile birlesen regl sancilari. akrabalar ve hemen evlenen cocuklari. onlarin cocuklarinin cocuklari ve kutu kutu evlerde kutu kutu insanlar. farkli oldugun icin seni anlamayan, anlamamak bir yana yargilayan, kotu hissettiren bir suru goz ve dudak ve goz ve yanak ve agizlar soruyorlar neden diyorlar sana aaa olmaz oyle diyorlar sana ve sen orada olmadigin icin cezalandiriliyorsun cunku orada olsaydin onlardan biri gibi olurdun ve hep birlikte geceleri bulusup caylar borekler ve kekler esliginde okeyler, meyve tabaklari, ve iste ertesi gun.
takdir edersiniz ki bu yuzden, 10 gun sonra kardesimin dugunune gidecegim samsun'a bir kez daha gitmemek icin olu taklidi yapmak zorundayim. 
ama olsem bile o dugune gitmeliyim. 
cunku evlilik hayattaki en onemli sey. dogarsin, buyursun, okursun, buyursun, okul biter, is lazim, evlenirsin buyursun, calisirsin, cocuk yaparsin, emekli olursun, ve cocuklarin evlenir, ve olursun. hayat zaten boyle bir sey. neden insanlar birbirlerini bu girdabin icine cekme konusunda cok hevesliler, asla anlamiyorum.
aklimda denizin uzerindeki siyah bulutlar ve yanak tokatlayan ruzgar. bazen bir elin parmagini gecmeyecek sayidaki arkadasimlarimdan biri ile ama genelde tek basima yurudugum atakum sahilinde kendimi mutemadiyen yalniz hissettigimi zamanlar ve tempo dergisindeki bir yazı ile kesfettigim brit pop. ergenligim, butun ataturk heykelleri ve yalanci bir cumhuriyet sikintisi ile beslenen bu aptal aptal aptal otesi sehirde, ya da  17 yasimda terk ettigim odamin cekmecesinde, hala israrla calisan bir sony walkman'de. 

Thursday 22 March 2012

sinek isiriklarinin muellifi ve baris bicakci'ya dair celiskili hislerim.

nagehan'in erbil'den hassan zirek'in newroz'unu dinliyor olusunu ogrendikten sonra icim biraz ferahladi acikcasi. bugunlerde icim sikil sikil bitmiyor. bu ulkede yasamali miyiz gercekten? o cok bayildigim berlin sokaklari nasil olsa beni hicbir zaman kucaklamayacak. ozume, batum'a mi gitmeliyim? yoksa dilini, adetini hic bilmedigim erbil'e mi? kararsizim fakat gitmek isteyecegim son yer kesinlikle ankara'da bir toplu konut. gitmeyecegime suracikta kalibimi bile basarim.
baris bicakci ile tanismam, bir cok yazarla tanismamin aksine durup duruken oldu. henuz bizim buyuk caresizligimiz'in filmi cekilmemisti. son derece huzunlu bir gunun sonunda kitapcida karsilastim o kitapla. sonrasinda, sevdigimle kaldim.
uzun bir zaman boyunca sevmeye de devam ettim fakat nedense ilerde sevmeyecekmisim gibi bir his vardi icimde. hic alakasi olmamasina ragmen gun gelecek ve cok arabesk bulacagim yaziklarini diye dusunurken buluyordum kendimi. isin garibi bu dusunce hala gecmedi.
gecenlerde bir zaman, idefix'ten butun baris bicakcilari aliverme hissi ile doldurdum icimi. baharda yine geliriz'in ardindan da sinek isiriklarinin muellifini okumaya koyuldum. kitap bir kac gundur son bolumu okunmamis, buyuk bir kismi okunmus halde benle birlikte evden ise, isten eve, arada taksime ve bilimum fenalik getiren istanbul semtine ugradi. sonunu okumaktan cekindigim kitap sayisi cok fazla oldugu icin bunu ozel bir tarafi olan bir durum olarak anlatmiyorum. sadece, zaman gecsin, biraz daha, her tikirtidan sonra gecen saniyelere kitlendim.
kitap, berbat ulkenin berbat sehirlerinden berbat otesi bir toplu konutta geciyor. bana kimse, baris bicakci bile, ankara guzel bir sehirdir, dedirtemez.
kahramanimiz cemil, roman yazmak icin isinden ayrilmis. karisi nazli, harika bir insan olarak bu tercihe saygi duymus. cift, birbirine benzer evlerde birbirine benzemeyen insanlarin yasadigi bir blokta yasiyor. cemil, yazidigi romani istanbul'daki editore vermis. bir yandan da o editore asik olma hallerinde. ya da hayallerinde. hayat akip geciyor, cemil yemekler pisiriyor, arkadaslariyla konuısuyor, arkadaslari asik oluyor, aldatiyor. simdilerde steril insanlarin yasadigi butun bu siteleri kimler insa ediyor?
toplu konutta yasama kafasinin nasil bir sey oldugu biliyorum. o zamanlar universitede okuyor ve teyzemin henuz sehirle karismamis sitedeki dairesinde yasiyordum. simdi o site sehrin tam gobeginde ve inanin aradan cok uzun zaman gecmedi. her sabah erkenden cikar, siteyi asmak icin bir on dakika yurur de minibuse binerdim. yanimdan, arabalı orta sinif mensuplari gecerdi. teyzemin evindeki odanin cami karsimdaki 17 katli bloga bakiyordu. pencereler o kadar kucuktu ki, kimse nefes alamiyordu. bu yuzden degil de neden herkes camdan bakiyordu. sonra tepedeki yerlere de konutlar yapildi, onlara baktik, sonra konut ustune konut kondu, bakmaktan tas kestik. ve ben oradan ayrildim. adeta bir ozgurluk hikayesi yazdim. tanrim, sevdiklerime ulasmak icin katettigim yollari hatirladikca, evine ulasmak icin her gun katettikleri yollari hatirlayinca, islak palto kokusu ve tepis tikis minibuslerdeki kokuyu hatirladikca, kacmaktan baska bir sey aklima gelmiyordu. sitelede yasayanlarin pek kullanmadigi o minibusler. mesela teyzem, her yere arabasi ile giderdi. yillar sonra tanistigim bir kizin hayatinda hic otobuse binmedigini duyunca bu yuzden soke olmadim. icimden gerizekali diye bir kez sayikladim sadece. ister oyle bir yerde yasamayi. cemil ve nazli?
ama hikayeye bakinca, cok da fark etmez. artik farkindaliklardan bahsetme zamani da degil. toplu konutta metrekare metrekare yasamak ya da sehrin icinde, mesela insanlarin kenarlardan kosa kosa geldigi cihangir'de bile, fark etmiyor. uzun zamandir beyoglu benim icin evin icindeki halim ve kalabaliklarina carpmaktan ve cogu zaman kizmaktan yoruldugum, kaldirimlarindan tiksindigim bir semt. toplu konutta yasasam ne fark eder. evin icinde beni bekleyen insan bu yastan sonra bana yeter. hatta bazen, uzaktaki dumduz bloklara gomulesim geliyor. o zaman belki de nazli kadar iyi, cemil kadar naif olabilirdim.
roman yazma konusuna gelince, yasim 35'e geldiginde cemil gibi yayinevinden gelecek habere kalacaksam vay halime. fakat baris bicakci, okudugum kitaplarindan ogrendigim kadariyla beni yanilmayacakti. hikayelerinden ziyade, ayrintilarini sevdigim bir yazardi. buzdolabinin icinde, halinin uzerinde, soltugun sokugunde, vs.
sinek isiriklarinin muellifi, toplu konutlara ragmen mukemmel iki insani anlatiyor.  ve boyle insanlarin var oldugunu bilmek icime biraz su serpiyor. ve ben seni her gecen gun daha da cok seviyorum.

Saturday 17 March 2012

su guzel havada aklima gelenler

yani bugun de hava igrenc yagmurlu ve gri olsaydi kendimi asitli suya yatirmayi ve dunyaya eldeva demeyi  planliyordum acikcasi. neyse ki oyle bir durum olmadi da gidip film festivali icin sectigimiz uc bes filmden, bilet kalanlari aldim. insanlar sabahin korunde kuyruga girmis ve biletleri bitirmis ay balam. benim gittigim saat de 12 bu arada. tam festivalizm bitti der iken yine insanlarin sinema aski ile karsilasip kalp yaptim saniyorsaniz tabii ki de yaniliyorsunuz. kuyrukta onumde duran her kisiden ayri ayri nefret ettim. ozellikle gisenin tekini yarim saat bloke eden duz sacli kiz, karsima cikma bir yerde!

dun isyerinde yasadigim nervous breakdown'in ardindan birkac bin hucre kaybettigimi gayet iyi biliyorum. o hucrelerin yerine ekmek koymaya calistigim da asikar. morali bozulunca yemege vuran insan klasmaninda en onlerdeyim be heyy. sonra da ayy yanlarim. agrir da bir suru sey de gelir basina yanlarinin canim.

iste gunlerden sonra karsima cikan bu gunesli gunde koca yemekler yiyip ne yapsaydim. gezmeye gidiyim ya.  

Tuesday 13 March 2012

biktigimin gezegeni

ergenlik agresyonlarimdan henuz tam olarak kurtulamadigim bir yasta oldugumu, yazinin basinda belirtmem gerekiyor. bu yuzden zaman zaman kelimelere ve tavirlara aksettirdigim vasat bir durusum olabiliyor hayata karsi. cogu zaman kendi capimda agir kufurler ederek, zaman zaman kaslarimi catarak, zaman zaman da aglayarak bu ulkede yasamaya calisiyorum. bu yuzden cikislarimi ve kufurlerimi mazur gor.

bugun, ulkenin kanli tarihinden bir sayfa, sivas'ta insanlari cayir cayir yakan kisilerin davasi, sivas katliami, zaman asimindan dustu. duydugumda ofisteydim. is arkadaslarim, aaiiehh turkiye canim deyip dert etmediler yine, her zamanki gibi, hicbir seyi. onlarin tek derdi zaten kocalari ve cocuklari. bir gun, 'siz aslinda cocuklarinizi hic sevmiyorsunuz, benim cocugum olsa su an gosterdigim tepkinin bin katini gosterirdim, utanin', diyecegim kendilerine. ama nasil olsa onlarin parasi, pulu olacak ve cocuklari muhtesem bir hayat yasayacak hayalleri sarmisti her yanlarini. pes dogrusu! 

insanlarin tepkisizlige hayret etmeyi gectim, turkiye'deki davranis bozuklugunu sosyolojik olarak okuyamiyorum. gecikmis modernlesme, bastirma, vs. artik ulkeye dair hicbir analizi kurtarmiyor. tek partili donemden farksiz iktidarin dini, peygamberi, ermisi, yemisi kullanarak kitleleri manipule edisi de bir yere kadar. yedi senelik sosyoloji diplomami yaktiracak duzeyde insanliktan cikmis bireyler surusu ile karsi karsiyayim. adaletsizligin bu kadar icsellestirilmesi, her seyin bu denli kisa surede kaniksanmasini idrak edemiyorum. bu cagda propaganda bu denli yenir mi? insanlar ne istiyorlar? musluktan ontolojik haplar mi atmak gerek? gercekten cok acayip buluyorum. butun bu kitleleri bilinclendirecek olan herhangi bir sey kaldi mi? statukocu chp'yi dinsizin hakkindan imansiz gelir lafini alasagi edercesine sacma bir taraftan ama cok sukur ki anlayabilecegimiz olcu de duragani devirici akp'nin iktidara gelisini yedi millet, peki, geldigimiz noktada, bir gun once soyledigini ertesi gun manipule eden cirkin akilli hukumet oyunlarini hala nasil yiyor? dunyanin herhangi bir yerinde hukumet dusuren gaflara her gun imza atan bir basbakan nasil hala saygi gorebiliyor? ve o cirkin paragoz sermaye. butun o igrenc isadamlari vs. en fenasi da otosansur. yutkuna yutkuna yuruyen insanlar. 

turkiye her gecen gun yeni bir karanlikla tanisiyor. cunku burasi ayri bir gezegen. 

allah belasini versin o halde.

Thursday 8 March 2012

tek bir hece dusmuyor klavyeme su gunlerde
kendimi cok ama cok ama cok hasta bir devin 
en islevsiz ve az sonra kanser olacak hucresi gibi hissediyorum.
o dev ki yuzu cok sevimli, tuyleri yesilimsi mavimsi 
gozlerinden biri sag alt koseye digeri tam tersine dusmus
kopegimsi ama koskocaman tralala tralala bir devmis
kohnemis bir ambarin icinde bir basinda comelmis
o comelince elbette ben de

seri seri yorulmalar disinda hatirladigim pek bir sey yok yine dunlerimize dair
kendimi yataga attigimda hayat guzel ne yalan soyliyim
carsaflara ve tavslara dolanmak en birinci hobim.

Saturday 18 February 2012

after sebald

bir kitabi o kadar cok sevmek ki aldigin her kiyafetin cebinin boyutlarinin ona uygun olmasina dikkat etmek.

Tuesday 14 February 2012

ego zindanlarda oh yoshimi, they don't believe me.

sadece bir flaming lips sarkisi degil bunu yazdiran. ego ne korkunc bir sey yarabbim. insanoglunun her hucresinde dort donuyor. haliyle bende de. sende de. dedemde de. allah rahmet eylesin. koydeki mezarinda hey gidi kadir efendi. eski adi ile siyat. turkce'de bir mahalle adi olmus.

gercekten surekli insanlara bok atarak veya onlari olumlayarak yani onlara gore varolan bizler, ne kadar mumkunuz? mesela, onlar gibi degilim, demek ne kadar aciz. burada dusman-dost, gemenschaft-gesellschaft'i kaymaktan oteye bir seyden bahsediliyor, gerilmeyiniz.  cunku elbette onlar gibi degilsiniz canim benim. degiliz ya da. icsel surecte neyin kavgasini veriyoruz. bence laf olsun diye konusuyoruz.

baskasina bakarak kendini bir makama yerlestirmekten vazgecmek mumkun olmali. elestirel kurama omuz bukup ayni sahada mac yapmak garibime gitse de, insanoglunun caresizligini anlayabiliyorum. benim gibi bir suru  insan da var cok sukur.

sunu unutmamali.

insanin kendisini surekli ay ben onlar gibi miyim diye yoklamasinin sonunda ulasacagimiz tekinsizlikten uzak ve surada kurulan sikko cumlelerden arinmis bir dunyanin ne zaman mumkun olacabilecegini kimse kestiremiyor. cunku baskalarina ay onlara bak vay bunlara bak diyerek, ben onlar gibi degilim diyerek kendini tanimlarken, kisaca olmus olmuyorsun ve bunu sen de biliyorsun. bu yuzden kisa kes sevgili dearjune.

bu cok aci bir deneyim olsa da, yeme. baskalari kompleksinden kurtul. sevgilerimle.


Sunday 5 February 2012

yalan dunya, her sey bombos vallahi de.

her sey hakkinda yazilabilir. masanin uzerindeki dort elma ve iki portakal hakkinda bile bir roman yazilabilir.

yillarimi verdigim dergicilik dunyasinda ogrendigim en iyi sey bu oldu sanirim. o kadar sacma seyler hakkinda yazilar yaziyorum ki. mesela, bir sandalye ile ilgili 4000 vurus bir hikaye yazmak ne demek? ama yaziliyor iste neticede.

cok garip.

uretimin bu kadari gereksiz. bir suru sanatci, edebiyatci ve muzisyen bosuna uretiyor aslinda.

Saturday 4 February 2012

what a waster, what a fuckin waster

cice bebe, sut ve the libertines. buradan da kayahan'in ben de insanim sarkisina gecicem. cunki sonunda ben de deli olurum. falan.

Friday 3 February 2012

bilmediginiz kuzey ve guney.

elbette turk televizyonunda donen ve nedense ofisteki kadinlarin cok da bahsetmedigi kivanc tatlitug dizisinden bahsedecek degilim. muhtesem yuzyil ile ayni saatlere denk gelmesini cok talihsiz bulan is arkadaslarimin neden muhtesem yuzyili izleyip kuzey ve guney'i izlemedigini anlamak icin her iki diziye de baktim bu arada. berbatliklardan berbatlik begenmek dedigimiz boyle bir sey olsa gerek. bu ve bunun gibi dizileri izleyen insanlarin zeka geriligi yasamasi ise normal. estetik hicbir sey vermedigi gibi, kotu oyunculuklari ile insani hayattan sogutuyor bu diziler.

gercek kuzey ve guney'e gelirsek: milton'dan sevgilerle!

son gunlerde bayagi bir vaktimi alan ingiliz edebiyati ve dizi-film uyarlamalari seckisinden north&south'u dun taze bitirmis olmamin verdigi sahane duygu ile, ingiltere'nin mandasi olsaydik keske gibi hislerimi anlatmayacagim bu yazida sevgili gunluk. kolonyal sicislarla dunyanin butun kaynaklarini somuren ve su an sadece bir adada tikilmis vaziyette yasayan zavalli ingilizler, sanayi devrimi de sizde, kralice sizde, punk sizde! biz de oyle mal mal bakiyoruz iste diye muhabbetcilik yapma niyetinde  zaten degilim. niyetim basarili bir uyarlamanin insani nasil etkiledigine dair hissiyatimi taze taze paylasmak. sonra okuyup hatirlamak. 

18. yuzyil ingilteresi'nde gorebileceginiz her sey.

elizabeth gaskell imzali north&south aslinda bir endustriyel roman ve dort bolumluk bu bbc uyarlamasinda da elbette olay kuzey ingiltere'nin endustri sehri milton'da geciyor. garskell romani yazarken tarimin guzel havali guney ingiltere'den ve sanayilesmenin harcore boyutlari ile yasanmaya baslandigi kotu havali kuzey ingiltere'den etkilenmekle kalmamis, yasanan gelismeler isinga yeni yeni olusan isci-isveren olaylari, sinif catismasi, dindarlik, aristokrasinin ahmakligi, sendikalar ve elbette aska deginiyor. roman, margaret hall adindaki genc kizimizin gozunden akiyor. 

dini acmazlara giren mr. hale'un 'kiliseyle isim olmak artik, birakin beni platon falan okuycam' diyerekten tasi taragi toplayip gunesli gunler, rengarenk cicekler ve tertemiz havali hampshire'i birakip, aman yarabbim griden ibaret milton'a gidisini konu edinen birinci bolumde, hanim kizimiz margaret kendisine evlenme teklif eden kuzeni henry'i geri ceviriyor. nedeni ise, evlenmek istememesi. henry bunu anlamiyor cunku o donem ingiltere'de kadinlarin tek derdi jane austen'den de bildigimiz uzere erkenden makul bir evlilik yapmak. henry londra'da aristokrat bir hayat yasiyor, eli yuzu duzgun yagiz bir tip. derken hale ailesi milton'a gidiyor. aile ici neden bizi buraya getirdin? mr. hale tartismalari hafif capli bir kriz yaratiyor. adam da yeter ulen beni allah'la isim olmaz diyor. ben ders vericem efendi efendi diyor. 

bu arada pamuklardan tekstiller yapan fabrikanin sahibi mr. thornton ile karsilasiyoruz. kendisi mr. hale'un ogrencisi. cok hirsli bir oglan aman yarabbim gorseniz. babasi oldukten sonra cok calismis ve bu fabrikayi ayaga kaldirmis vs. ama fabrikayi gorsen, cehennem gibi. uc kurusa calisan isciler, ayaklari ciplak. uzgun surad.

sonra ortaya bir grev durumu cikiyor. ya ne olacagidi? pis isveren kapitalist koppek, elbette iscileri somuyordu. grevi costuran da cesur yurekli isci sinifindan mr. nicholas higgins ile ay tatli bir tip acikcasi. kankan olur. haliyle hisli kizimiz margaret de onu cok seviyor. ama margaret'i seven baska birileri daha var. 

Ta TAAAAm: mr. thornton elizabeth'e karsi bos degil.

ama biraz okuz tabi. donk diye gidip kiza evlen benle diyor. ne etsin, oyle gormus buyuklerinden. ama elizabeth kacin kurbagasi, git basimdan thornton diyor. zaten bastan beri pis kapitalist oldugu icin takisayazdilar.  bu arada siz misiniz grev yapan diyen thorton, daha ucuz is gucuyle calistirabilcegi irlandali iscileri milton'a getiriyor. grev mrev yalan oluyor. rezillik. nicholas dahil herkes issiz kaliyor. sendika kurulurken "ama benim hasta cocuklarim var, calismam lazim" diyen ve basta grev kirici olarak can veren adamcagiz da oluyor. yine uzgun surad. olen bir tek o olsa. margaret'in anasi da oluyor. 

bu arada ingiltere'den tuyen kardes frederick anasini gormek icin gizlice milton'a geliyor. thornton bunlari sevgili saniyor. al basina bela. adam kendi kendine ne triplere giriyor tobe yarabbim. 

aradan gecen zaman, babali kizli gunleri isaret ediyor. margaret iyi bir kiz oldugu icin (annesi, mr. thorton'a ayar cakarken, she never do something wrong der, o derece)  nicholas'a ve ailesine yemek goturuyor. ve git thornton'dan is iste, sana is verecektir diye de ekliyor. nicholas ise, "iyi de ben sendika kurdum, adamin islerini sabote ettim" diye cevap veriyor. ama margaret mon amour, nicholas'i yureklendiriyor: "mr. thornton ozunde iyi bir insan ve sana is verir."

oo margaret, anlayalim!

bu arada mr hale, oxford'ta dersler veren pek bir tatli landlord'u mr. bell'i ziyarete gidince olmesin mi! elzabeth kaldi bir basina. aman yarabbim lennox'lar hemen ay elzabeth burasi igrenc bir yer, gel seni londra'nin aristokrat andavalliklarina dahil edelim diye alip goturuyorlar. mr. thorton, elizabeth araba ile gider iken look back at me diyor, o noktada cok agliyoruz. uzgun surad. elizabeth de babasi olunce cok yalniz kaliyor. siyahlari cikarmiyor ustunden. henry de sevinc icinde. guya is koyucak kiza. ama nerdeeee? margaret is already in love with mr. thorntonnnnnnnssss. 

olen olene. allah rahmet eylesin.

bu arada mr. bell doktorundan olecegini ogrenir ve arjantin gokyuzunun altinda yasayacagi uc bes gun kaldigini anlayinca butun servetini margaret'e verir. wow, she's so rich. sansa bak thornton da finansal krizlere girer. dukkana kilit vuracak o derece. margaret de henry'nin gazi ile madem 15 bin pound'um var, bari yatirim yapayim kafasina giriyor. lennox familyasindan avukat efendi, aa milton'daki fabrikaya yatir falan derken bu henry ile margaret milton'a gidiyor. ama thornton orada degil. margaret bakiyor, bakiyor, kimse yok. uzuluyor ama vaktirmiyor. bu arada thornton da askindan geberecek yazik. kalkip hamshire'a margaretgillerin eskiden oturdugu eve bakmaya gidiyor. oradan bi sari cicek kopariyor. (burada tolstoycu bir gelisme yasaniyor. tolstoy bir yerlerde duvarda bir silah tarif ettiyse, ilerde o silah  patlar. misal, margaret'in mr. bell ile gezmeye gittigi hamspire'da o eski ciceklerden eser yok diye dert yanmasi. ama thornton o cicegi goruyor ve koparişp cebine koyuyor.) derbeder bir sekilde beyaz gomlegi efil efil trenle donuyor. 

bakmazsan goremezsin margaret akillim!

aa o da nesi milton'dan 30 dakika uzaklikta iki tren duruyor. margy'ye bi fenaliklar basiyor. trenden iniyor. thornton da kendi kompartimanindan melulce bakiyor deeerkeeeen birbirlerini goruyorlar. aman yarabbim nasil bir romantizm. margaret titriyor felan. kem kum iste milton'a gittim felan. derken mr.thornton cebinden cicegi cikariyor. o kadar guzel bakiyor ki margaret'e bence her genc kiz o kadar guzel bakan bir adama kiyamaz. sonra opusuyorlar. henry uzaktan soke oluyor. sonra tren kalkacak anonsu yapiliyor. margaret henry diyor. henry margaret'e cantasi veriyor ve goodbye margaret diyor, kapiyi kapatiyor, gicik. sanki senle kalacaigi kiz!

bu bes saniyede mr. thornton'un omrunden omur gidiyor. ya o kara trene biner de giderse margaret diye. ama gitmez yani cus daha neler.

margaret yanina geliyor. ve iste o cumle: are you coming home with me?

margaret basini salliyor. biniyorlar ve milton'a dogru gidiyorlar. opusuyorlar felan.

boylece margaret'in trende yolculuk yapan suratini yine goruyoruz.

kalp kalp.





Monday 30 January 2012

mildred pierce veya sana evlat diyenin AMK. living in the material world ve daha bir suru sey.

uzun zamandir 'ya tamam izliycem' deyip usenmelerden usenmelere kostugum bes bolumluk hbo yapimi mildred pierce'i sonunda su soguk kis gununde bitirdigime gore, yasadigim duygu yogunlugu ile allah belani versin veda diyebilirim sanirim. senin gibi evlad olmaz olsun, veda. cok uzuldum sevgili gunluk. asla hasta olmayan sadece bir gunluk error'ler verip kendine reset atan nacizane bunyemin yarattigi gunluk duygusallik halim, buhranin mahvettigi amerika'nin henuz yeni yeni tuketim merkezi oldugu kalliforniyasi'nda kendi basina varolma cabasi gosteren midred pierce adindaki bir kadinin gittikce arabesklesen bu hikayesinide hayat buldu. bana hatirlattigi en onemli sey ise opera dinlemedigim zamanlar oldu. usenmedim bellini'leri, verdi'leri vs. indiriverdim.

ardindan ise gary oldman'li, colin firth'lu, benedict cumberbatch ve en onemlisi de tom hardy'li tinker tailor soldier spy'a gectim. tom hardy, (kendisine buradan seslenmek istiyorum( aferin evladim, guzel is. dingin oyunculugu ile goz dolduran klisesine dahil etmekten kacinmayacagim gary oldman ise bu filmle oscar alamazsa uzulmesin. gonlumun oscar heykelcigi onundur.
bu arada biri cuma digeri pazar olmaz uzere iki bolum seklinde izledigimiz living in the material world ise harika bir secim idi. ali sagolsun. scorsese'de enteresan bir kisilik. kac yasina gelip muzik belgeseline sarmak nedir amca bey. saka saka. en sevdigim beatle george'un guzel dunyasina kismen de olsa taniklik etmek cok manidar. iste bazi insanlar gercekten cok cok ozel. kicini yirtip ben ozelim, ozelim, tuzelim veya seni uzerimciler, bosuna ugrasmayin bence. derrkeeen, dun gece insomnia'lar icerisinde kivranan sayko beynim, dunyanin en girly dizilerinden biri olan lost in austen ile neselendi. neden boyle cheesy seylerden hoslaniyorum tanrim? tanrim? bir kere de cevap ver? her ne ise, jane austen'in ask ve gurur kitabinin hastasi londrali bir genc kizin evinin banyosunda romanin once gelen karakterlerinden elizabeth ile karsilasmasi ve ardindan da kuvetin yanindan kitabin gectigi yere gitmesi ile gelisen olaylari anlatan bu dort bolumluk mini diziyi gercekten sirin buldum. dizide darcy'yi degil mr. bingley'i oynayan cocugu da cok basarili. guzel bir uyarlama olmus dogrusu.
sirada uzgun oldugu icin ilk bes dakkasinda kapattigim 50/50 var. bu arada fringe'de bomba!

bugun cok kar yagiyor sevgili gunluk. avans formunu doldurmak icin geldigim ofiste kimsecikler yok desem abartmis olurum fakat cok az insan var. yollarda da arabalar yok. bu haliyle istanbul cekilebilir. hava biraz isininca butun herkes neden yollarda? anlamakta gucluk cekitigim bir devinim var istanbul'da. bu arada tinker tailor soldier spy'da gecen istanbul ambiyasinda da ne kadar guzeldi. genel itibariyle film cok hostu zaten. adeta bir roman!

bu arada herkes kotu kotu kar manzaralarini paylasiyor. internetin bu hali beni gulduruyor ve guldururken de dusunduyor sevgili gunluk. people want to show everything they think they are good at but sadly, noone is good. we are just ordinary people, come on, we are not george, john, paul and ringo.

sevgilerimle gunluk. birazdan yuruyerek eve gidecegim. odul olarak ise kendime bir salep alacagim.

Thursday 26 January 2012

happythankyoumoreplease

her gun iki film izleyerek zibardigim su gunlerde izledigim 2010 yapımı josh radnor yani how i met your mother'in ted'inin yazip yonettigi happythankyoumoreplease isimli cicicicicicici filmi izledidigimi ve hatta izleyip de sevdigimi belirtmek istiyorum. cok fazla amerikan bir hissiyatla yapilmis ve hatta zaman zaman kliseye kacan yorumlarina ragmen, new york'ta yasan bir grup arkadasin dertleri tasalari bize senlik oldu. bir diger izledigim film ise yine very american the family tree. yine bir garip suburb ailesi hikayesi. yine cok garip olaylar. ama izleniyor mu izleniyor. ve simdi huzurlarinizda, can yayinlarindan cancislerimin yolladigi kitaplardan kolera gunlerinde ask. kucukken okudugum dunya klasiklerinin inceltilmemis, cevirmenin cani sikildigi icin bazi bolumlerini koymadigi versiyonundan sonra, sadan karadeniz'in muhtesem cevirisini elbette okumaliydim. insanlarin bu ve bu gibi kitaplari okumamasini cok uzucu buluyorum. ama rem grubundan micheal stripe'in da soyledigi uzere belki okumak da overrated'tir. yine de "kacinilmaz bir seydi: acibadem kokusu ona mutsuz asklarin yazgisini animsatirdi hep." diye baslayan bir kitabi nasil sikici bulabilirler ki diye sormadan edemiyorum. en fenasi da, sevgili arkadaslarimin bu kitaplara kucumseyerek bakmasi. sizi kiniyorum arkadaslar, ve laflar hazirladim. ask ve gurur, ugultulu tepeler, jane eyre, anna karenina okumayip nasil asik oldugunuzu iddia ediyorsunuz. kendinize iyi bakin arkadaslar. seker gibi bir gun batiminda sacma sapan konusmaya devam.

Tuesday 24 January 2012

off day record

bunca senedir dunya denilen su zalim gezegendeyim, hala sasiriyorum olana bitene. insanlar neden bu kadar salak yaeee diye dert yapmayacagim zira salagin onde giden grubuna dahil oldugum asikar. ergenligi asip olgun insan klasmanina ilerledigim su gunlerde, kendime bakip sasirmak yerine, yasitlarimla dalga gecmekten baska yaptigim ne var acaba. tek kelimeyle, cok sey. bana ne otuzuna gelmis ve hayatta ne yapacagini bilmeyen bir suru diger insandan. once kendin bil derler zira adama. ama en azindan hayret verici bir sekilde bir cok konuda tutarliyim, bunun sebebi de sadece ve sadece laz inadi. o da olmasaydi, eyvahlar olsun, bored to dead'teki george'dan beter, i want that, i want that too diye bagirirdim.

turkiye'de gecirdigim her saniye ustumde bir yuk, sanki sirtima beyaz esya koymuslar da daga yolluyorlar. bir kere bile aah hayat ne guzel aslinda arkadas demedim ya, allah kahretsin. kirec dokesim geliyor butun cografyaya, cunki her yer kokusmus hastalik saciyor. FALAN.

iste bu yuzden sanata, sinemaya, muzige, populer kulture, allah ne verdiyse yeriz abiye sardim. her gecen gun, adini, soyadini telafuz edemedigim ve su gune dek okumadigim icin utanc duydugum bir suru yeni yazar kesfediyor, kitaplarini aliyor, mamafih okumakta zorlaniyorum sevgili gunluk. korkarim gozlerim bozuldu. harfler yamuk yamuk, sanki indesign'da golge atmisim, halbuki NE ALAKASİ VAR. korsun iste kardesim.

su siralar okumaya basladigim iki adet kitap var: birincisi j.m. coetzee'nin (nobel odullu) utanci, ikincisi ise jeffrey eugenides'in  (kendisini virgin suicides'tan taniyoruz) middlexex'i.

middlesex'i izzet ali'ye vermis. o da tuvalette okuyordu cok afedersiniz. ben de tuvalette okumaya basladim ama sonra utanip yanima aldim. tuvalette okumanin sakincasi yok, kitap her yerde okunur da ne biliyim gotum acikken kitap okumak koymaya basladi sevgili gunluk. coetzee'yi ise bir is cikisi vakti, gecenlerde, kapanmak uzere olan kabalci kitabevi'nden bir hisimla neden aldim hic hatirlamiyorum acikcasi. ama sonra nasil okumadim, püü, allah kahretsin demedim mi, dedim.

uff, hala okunacak binlerce kitap var. aman yarabbim ne cok kitab okuyorum. okuma askimi sikiyim cok afedersiniz.

ote yandan, turkiye'nin kistirilmis ve sikko uretim sinirlarindan gecip dunya dehlizlerine dalinca aslinda ne kadar uretken insanlar vay ananas diyorum. peki sanatsal anlamda bu kadar uretim neye yariyor? dunya daha iyi bir yer oluyor mu? tarihe bakinca aslinda evet, oluyor. orta cagda yasadigimi dusunemiyorum misal, kesin benekliyim diye yakarlardi beni. uzgun surad. ama bunca uretimin  gereksiz bir ekonomi yaratmasi asabimi bozuyor. die damien hirst die. bir de ah nerde o eski sanatcilar azizim. simdi herkes para ekseninde yasiyor. ilk kim sanatimdan para da kazanmak istiyorum demis konusunda az once kendi beynimde cevirdigim 2 dakikalik andavalca tartismanin ardindan, husu icerisinde gundelik hayati guzellestirmeye dair seyler hakkinda dusunmeye itiverdim kendimi.

her seye ragmen guzel bir hayat mumkun mu?

mumkun. hem de cok basit seylerde gizlili bu mutluluk. bugun kesfettigim low commitments projects kadar basit seylerde hem de.

bu guzel off gunu de boyle keyif icerisinde gecirmek varmis. arada yazdigim is sebebli yazi olmasa da muthis bir insan olabilirdim tabii.

Thursday 19 January 2012

nedir bu cektigim. season 28. episode 1.

kafalarini yastiga koyduklari an uyuyabilen insanlar var. daha da acisi kafasini yastiga koymadan once uykuya dalabilen insanlarin olmasi.

hicbir zaman bu iki kategoriye dahil olamadim.

uyumak benim icin zorlu bir surec. saatlerimi uyumaya harciyorum ve bu beni cok yoruyor. gozlerimden uyku selaleleri aksa dahi uyuyamiyorum seklinde bir kepazelige imza atiyorum mutemadiyen. yorgunluktan pestilim cikinca daldigim uykulardan ise elbette cok zor kalkiyorum. bu da ayri dert.

bugun pes ediyorum. bundan sonra caba sarf et me ye ce gim. otururum sabaha kadar vampir gibi. ne varmis. islerimi yaparim. kitap okumaktan, dizi, film izlemekten daha guzel ne var hayatta.

mesela simdi, mutlaka okumaniz gereken 25 ask romani yazisini tamamlayabilirim.
boylece yarin, uyusam da uyumasam da herhalukarda gozlerimden uyku akacak olan ofiste daha az isim olur. yatakta donmektense hazirladigim mainstream ask listesini buraya kopi-peyst edebilirim. degil mi? yo, yo. sizinle ancak ve ancak kendi ilk 3'umu paylasabilirim sevgili gunluk.

1. anna karenina - tolstoy.
2. kurk mantolu madonna - sabahattin ali.
3. iklimler - andre maurois.

iyi uykular sevgili gunluk, her nerede uyuyorsan.

Wednesday 18 January 2012

cok uzuntulu bir gundu

dun eve nasil gittigimi hatirlamadigimi fark ettigim anda doctor who izliyorduk. mutlaka yuruyerek donmustum eve, hep ayni yollari gecerek, ama o yollari hep nasil geciyor oldugumu o kadar guzel unuttum ki. bir beynim yoktu adeta. bundan sonra da olmayacakti.
cunku dun cok uzuldum. yasadigim ulkeden ve o ulke birlikte yasadigim insanlardan nefret etmemek icin kac kere yutkundum hatirlamiyorum. bence bu yutkuntular esnasinda beynim daha fazla zarar gormemek icin kendini kilitledi. hrant dink'i oldurmekten yorulmadilar. butun bu kotu insanlarla ve onlarin kotu hucreleriyle yasamak ne kadar zor. insanin caresizlikten aglamasi kacinilmaz. elimi kolumu nereye koyacagimi bilemedim. yer yarilsa da yerin dibine gecseydim.
doctor who'nun dunku bolumu olan the hungry earth iste bu noktada devreye girdi. doctor, amy ve rory galler'in bir koyune gitmisti. orada da elbette garip seyler oluyordu. birden yer yarildi ve amy icine girdi. :( sonra anlasildi ki megersem insanlardan once dunyada yasayan bir grup earthlien, yerin altinda bir medeniyet kurmus, dunyayi ape'lerden yani insanlardan kurtarmaya calisiyormus. bence de dunyayi insanlardan kurtarmak cok iyi bir fikir. nasil cogu bu kadar kotu olabiliyor anlamiyorum ki.
bu noktada doctor who'nun insanlarin ve dunyanin basini surekli beladan kurtarmasini hos karsilamiyorum.
ben doctor who olsam uzaylilarla ugrasacagima, ya iyi insanlarin rahatca yasamasina izin verirdim ya da kotu insanlarla mucadele ederdim, gibi bebek aklina mahsus cumleler kurmaktan da utanc duymuyorum.
yarin kac kisiyiz gorecegiz. hrant dink'te.

Friday 13 January 2012

yine bir cuma, butun kokular kesif.

bu haftanin nasil gectigine dair bir fikrim yok. ofis, cekim, yagmur, ofis, uyanamamak ve bu yuzden her sabah off'layarak kalmak seklinde bir donguye girdigim icin kendimden nefret ettim. yagmur cok pisti. ama bu kis, butun kadinlarin aksine cok usumuyorum. genel ruh halim her zamanki gibi, bir tarafim cok pis kop kop diyor, bir tarafim ise gecmise ozlem banalitesine gomulmus durumda.
hicbir sabah faturalara bakmak aklima gelmiyor, aksamlari da otomatigin sensoru yuzunden bakamiyorum. ve bu beni uzuyor.
muzikal anlamda guzel bir hafta idi fekat. smith westerns, tame impala dinledim bol bol. david bowie ile de baristim. zenne ve jane eyre izledim.
sirket haberleri biraz canimi sikiyor olsa da konu beni asiyor.
bezelye yemegi ve pilav yedim genelde, bir de simit as always.
to do list'imde duran ve yapmadigim seyler icin kudret istiyor ve turkiye'nin allah belasini versin diyorum.

Wednesday 11 January 2012

everything you wanted to know about kevin.

ilerde 2012'yi tilda swinton'a gicik oldugum yil olarak hayirlayacagim. we need to talk about kevin'i izledikten sonra sanki bazi filmler tilda icin yapilmis gibi geliyor. illa ki o oynayacak! yoksa olmaz arkadas. kiniyorum bu durumu. bir de gay'inden sey'ime kadar herkesin tilda'ya ayilip bayilmasi da irite etti, kabul. we need to talk about kevin'a gelirsek. kesinlikle gece uyumadan evvel izliyim de sonra uyurum diyebileceginiz bir film degil diyorlar. gercek kotuyu anlatiyor zira. ve gercek kotunun annesinin basina gelenler aman yarabbim. ben fenalasmadim izlerken acikcasi. tilda ile yogrulmus bu filmde keske kevin'a daha cok yer ayrilsaydi da baska oyunculuklar da gorseydik isterdim.

Saturday 7 January 2012

black mirror sadece bir arcade fire sarkisi degil

bir cok arkadasimin ayni anda heyecan yaparak beni de izleyemeye tesvik ettigi ingiliz dizisi black mirror'i cok da heyecan verici bulmadim acikcasi. beklentiyi yukseltince, tatminler dusunuyordu. ekran bagimlisi uber tech yasamin olasi sikintilarina dair distopik perspektifimizi daha da zorlamaliyiz bence.

Thursday 5 January 2012

cok guzel bir kitap

merhaba, sene 2012. turkiye'den haberler korkunc. uludere katliami, ergenekon sacmaligi, bugun de beraat yok, enflasyon sokuslarda ve buna ragmen, yine de olmedik.
her senenin yeni bir baslangic oldugu klisesinden yola cikarak bu sene de polarrules'u yeniliyorum. eski seyleri siliyorum sanmayin. onlar tarihin asla acilmayacak olan les gibi raflarinda duruyorlar.
peki bu seneki konseptimiz ne? cok basit. bundan sonra bu blogu okudugum, dinledigim, gordugum, sevdigim her seye adiyorum. cunku 2012 cok sevdigim bir yil olacak, bunu hissediyorum.

tabii ki bu soylediklerimi yapamayacagim ve 2012 de iyi bir yil olmayacak.

o halde okunacaklar listesinde haydar karatas'in gece kelebegi perperik-a soe'sinin oldugunu soylemeliyim.
izlenecekler arasinda en hevesi oldugum tabii ki moffat harikalari sherlock ve doctor who. filmler dizi dizi. jane eyre gozlerimin icine bakiyor. bu aralar en cok, hala, laura marling'i dinliyorum. new british folk beni heyecanlandiriyor dogrusu. dergileri ise hic heyecam verici bulmuyorum. insanlarin ise genelde vasat zekada seyretmeye devam ettigini soyleyebilirim. vasat kotudur.